Thursday, August 19, 2010

Liberalizmin Son Sığınağı, Çakma ‘Marksizm’

‘Zaman’ yazarlarından Ömer Taşpınar, Türkiye’nin Marksist Analizi-I başlıklı bir yazıya başlamış. Siyasal İslamla neo-liberalizmin ortak propaganda aracının aniden Marksizme ilgi göstermesine şaşırmadım.

Sosyalistlerin, “hayır” kampanyası etrafında güçlerini birleştirmeye başlaması belli ki kimi çevrelerde kaygı yaratıyor; çakma Marksist savlarla solu etkileme aymazlığına yol açıyor. Tüm savları iflas eden liberal “düşünür” son bir çabayla, ekonomik determinizme dayalı bir “apologia”ya (savunmaya) sarılmayı deniyor. Aklınca kapitalizmi, andaki yapısını eleştirenleri, kendi silahlarıyla vuracaktır. Bunlar arasında anlamadığı bir konuda konuşmakta olduğunu bir süre başarıyla saklayabilenlere de rastlanabiliyor.

Kendin pişir kendin ye...

Karşımıza, kültürel determinizm- ekonomik determinizm ikilemiyle çıkan Taşpınar bunlardan biri değil. Marksizm açısından, kültür ve ekonomi ikilemine ilişkin tartışmanın, hangisinin hangisini belirleyeceğine değil, birini ötekine indirgemenin sorunlarına ilişkin olduğunu belli ki bilmeyen Taşpınar, projesini daha baştan boşlukta inşa etmeye başlamış oluyor.

Taşpınar’ın yazısında bir hamlede “ekonomik determinizm” kavramından “üretim tarzı” kavramına sıçraması, ekonomiyle “üretim tarzını” adeta birbirinin yerine kullanmaya kalkması da bu kavramları anlamadığını, ya da aralarındaki farkları bilerek yadsımayı seçtiğini düşündürüyor.

“Yaradılış” mitini bir kenara bırakırsak, insan, biyolojik varlığından fazla bir şey olarak tanımlanabildiği noktada, sembol (el, yüz hareketleriyle, sesle) üreten, kullanan, toplumsal bir varlık olarak karşımıza çıkıyor. Üretim (gereksinimlerini ve türünü) yapıyorsa, hem nesne hem de simge üretimini, aynı anda ve bir topluluğun üyesi olarak yapıyor. Diğer bir deyişle, kültürün en temel bileşenleri, simge, hafıza, bilgi, üretimin organik koşulu olarak insanın yaşamının, toplumsal, siyasi, ideolojik biçimlerinin belirlenmesi sürecinde rol oynuyor.

‘Üretim tarzı’na gelince, bu “ekonomik” olanla sınırlı bir kavram değildir; üretici güçlerle (insan, araç, bilgi) üretim ilişkilerinin belli bir birlikteliğini ifade etmek için kullanılır. Marx’ın işaret ettiği gibi, emekçilerle üretim araçlarını bir araya getiren koşullar bize üretimin özgün biçimini verir (Capital. V-II, sf 120, Pelican,1978). Bu üreticiler üretim araçlarını verili toplumsal ilişkiler içinde kullanmaya devam edeceklerse, “yeniden-üretim” ilişkilerinden konuşuyoruz demektir. Bu da bizi yine ideoloji, siyaset, “simgesel evren” (en geniş anlamıyla kültür) kavramlarına götürür: Üretim her zaman yeniden üretimdir, öyleyse her zaman siyasi ve ideolojik bir boyuta sahip olacaktır. Bu yüzden belirleyicilikilişkisi, ne doğrudan üreticilerle üretim araçlarının özelliklerine, ne de bunların bir araya geliş biçimiyle, bunun sürekliliğini sağlayan siyasi, ideolojik koşullara indirgenebilir.

Sahte ikilemden ‘apologia’ya

Ama yazara göre, eğer kültürel belirleyiciliğe inanıyorsak, siyasi (!) ve ekonomik dinamikleri anlama çabalarımızın merkezine İslamı koyarmışız. Yok, eğer Marksçı isek, değişen, kültürel vesiyasi (!) dinamikleri, ülkenin sınıf dinamiklerinin, üretim tarzının ve kapitalizmin yapısının evrimine bakarak anlamaya çalışırmışız.

Taşpınar’ın yazısının birinci bölümünü bitirirken, yarattığı bu ikilem, bizi yazının ikinci bölümünün, AKP iktidarını, Türkiye’de siyasal İslamın yükselişini doğallaştıran, Marksistlere de “ilerleme”, ekonomik belirleyicilik adına kabul ettirmeyi amaçlayan bir ‘apologia’ olacağı izlenimi yaratıyor.

Dikkat ederseniz yazar, “siyaseti”, kurmaya çalıştığı ikilemin her iki tarafına da, (bir kez ekonomiyle, bir kez de kültürle yan yana) koymadan edemiyor... Neden? Koymazsa, bu ikilemi üzerine kurmaya hazırlandığı söylemin istikrarını koruyamaz da ondan. Eğer konuya, ekonomiyi ve kültürü karşı karşıya koyarak değil de, bunları birleştiren bir siyaset kavramıyla girersek yazarın hiç istemediği sonuçlara ulaşabiliriz de ondan:

1980’lerde uygulanmaya konan neo-liberalizm, Türkiye kapitalizminin yerleşik bölüşüm ilişkilerini, toplumsal dayanışma ağlarını kırmaya, devletin sosyal hizmetlerini yıkmaya başladı; sermaye içi sınıf çelişkileri de derinleşti. Bu zeminde, İslamın geleneksel (kendilerini siyasal iktidarın varoşlarına süren Cumhuriyet’le başından beri mücadele içinde olan) entelektüelleri, askeri darbenin solu imha etmiş olmasından da yararlanarak, tarihsel bir fırsat yakaladılar. Bunlar, küresel sermayenin önünü açmak için “ulus devlet” kavramını hedef alan liberal entelektüelleri de kazanarak (trasformismo), kimi sermaye kesimlerini de içeren, “dış dinamiklerce” de desteklenen yeni bir iktidar bloku inşa etmeye koyuldular. Taleplerinin Türkiye’nin devlet yapısına sığmayacağını düşünen Kürt entelektüellerinin ve halkın desteği de bu projeye “dönüşüm-statüko” ikilemi yoluyla kazanılmaya çalışıldı.

Kısacası, çakma Marksizmin kültür-ekonomi ikilemine kapılmazsak siyasal İslamın, Türkiye’nin özgül koşullarında, bir sınıf egemenliği ideolojisi, bir emek/beden kontrol (bio-politik) sistemi olarak karşımıza çıktığını görebiliyoruz.

1 comment:

SERKAN said...

TAŞPINAR’IN YAZI’SININ LİNKİ http://www.todayszaman.com/tz-web/78-omer-taspinar.html.
YAZI İNGİLİZCE. TÜRKÇE OLARAK YAZMIŞ MI ERİŞEMEDİM. KENDİSİ TÜSİAD VE BROOKINGS INSTITUTE TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN “TÜRKİYE PROJESİ” NİN DİREKTÖRÜ. VE AYNI ENSTİTÜ’DE ÇALIŞMAKTA. ENSTİTÜ WEB SİTESİNDE TAŞPINAR’IN ŞU ÖZELLİKLERİ ZİKREDİLMEKTE:
TÜRKİYE, AB, AVRUPADAKİ MÜSLÜMANLAR, SİYASAL İSLAM, ORTADOĞU VE KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ ÜZERİNE UZMAN. ULUSAL SAVAŞ KOLEJİNDE PROFESÖR VE JOHN HOPKINS ÜNİVEERSİTESİ İLERİ ULUSLARARASI ÇALIŞMALAR OKULUNDA MİSAFİR PROFESÖR OLARAK ÇALIŞMAKTA.
BU ZAT, ABD - SİYASAL İSLAM PROJESİ – TÜRKİYE İLİŞKİSİNDEN ÇOK KRİTİK BİR NOKTADA DURAN “ORGANİK BİR AYDIN”. BÖYLE OLUNCA “MARXIST ANALYSIS OF TURKEY (1)” GİBİ BİR YAZI YAZABİLME “CÜRETİNİ” GÖSTEREBİLMESİ ÖZELLİKLE SORGULANMAYA DEĞER. BU CÜRETİN KAYNAĞI DAHA FAZLA DEŞİFRE EDİLMELİ. ERGİN HOCA’NIN “TRASFORMISMO” OLARAK BELİRTİĞİ SÜRECİN SİYASAL İSLAM GÖRÜNÜMÜ İLE SERVİS EDİLEN SINIF HEGEMONYASININ ÖNEMLİ BİLEŞENİ OLDUĞU OLGUSU HİÇ BİR VAKİT GÖZDEN KAÇIRILMAMALI.