Thursday, June 03, 2010

‘Neo - Türkiye’

Brezilya, Türkiye, İran arasında yapılan takas anlaşması, uluslararası ilişkilerin durumu, bu durum içinde Türkiye’nin konumu üzerine yeni savlara yol açtı: Artık uluslararası ilişkilerde yeni bir mimari oluşuyor; AKP yönetimi döneminde yükselen güçler arasına katılan “neo-Türkiye” bu yeni mimarinin kurucu öznelerinden biridir!

Bu savların sahipleri, Irak’ın işgalini savunmuşlardı, Obama’yla birlikte ABD hegemonyasının restore edildiğine inanıyorlardı. Geçen yılın başında, dünyanın,“artık Soğuk Savaş’tan bu yana ve görünebilir bir gelecek için ‘tek kutuplu’ bir siyasi yapıya” (kalıcı mimariye-E.Y.)kavuştuğunu ileri sürüyorlardı. Şimdi yeni bir mimariden söz ediyorlar. Ciddiye almak zor.

Büyük kriz-büyük güçler
Küreselleşmenin (finansallaşmanın) krizi,“yapısal kriz” içinde bir kırılma noktası oluşturur, dünya ekonomisinde, uluslararası ilişkilerde yaşanmakta olan köklü değişikliklerin su yüzüne çıkmasını hızlandırır.

Geçmişe, örneğin 1930’lara bakarak kabaca şöyle diyebiliriz: Mali krizle birlikte dünya ekonomisinin merkezi değişmeye başlar, yükselen güçlerle yerleşik güçler ve hegemonya sistemi arasındaki çelişkiler giderek sertleşir. Küreselleşmenin, emperyalist kontrolün istikrarsızlaşması, bağımlı ülkelerin ekonomik, siyasi konularda manevra alanlarını genişletir, sömürgelerde bağımsızlık süreçlerini tetikler.

1930’larda yükselen güçlerden biri (ABD) yeni bir sermaye birikim tarzı geliştirmişti. Bağımlı ülkeler, emperyalizmin engellediği ekonomik adımları (sanayileşme) atarak“ulusal projelerini” güçlendirerek emperyalizmden bağımsızlaşmaya başlamışlardı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir hegemonya, “azgelişmişlik”, “geri bıraktırılmışlık” söylemleri ile ifade edilen, yeni bağımlılık durumları şekillendi. Bu ülkelerin çoğu bağımsız sanayileşme dinamiklerinden vazgeçmeye zorlandılar, yeni hegemonun sermaye birikim rejimine bağlandılar (çevre fordizmi). Bu ülkeler finansallaşmayla birlikte çok şiddetli mali sarsıntılar yaşadılar.

“Yükselen güçler” ise finansallaşma karşısında kendilerini koruyanlar, yeni teknolojik gelişmelere uyum sağlamaya başlayanlar, bunların yanı sıra büyük doğal kaynaklara sahip olanlar arasından çıkmaya başladı… Çin, Hindistan, Rusya ve devasa bir Amazon bölgesine, silah sanayisine, hızla gelişen enerji kaynaklarına, tabii Lula gibi çok yetkin bir siyasetçiye sahip Brezilya…

Ve ‘yükselen Türkiye’
Türkiye’nin adını bu yükselen güçlerin yanına yazabilmek için, yükselmesini destekleyen sanayi dallarını, enerji kaynaklarını, diğer“fark” yaratan öğeleri de gösterebilmek gerekiyor.

Prof. Davutoğlu’nun ünlü kitabında, coğrafyadan, tarihsel kültürel geçmişten yararlanmaktan, bir büyük gücün bölgedeki desteğine yaslanmaktan söz edilir, ama ekonomik, teknolojik dinamiklere değinilmez. Enerji kaynaklarına gelince, bu bağlamda, Türkiye’nin konumu otomobil üretmek yerine, otoyollardan kira alarak yaşamaya benziyor. Tıpkı bir zamanlar Osmanlı’nın “ticaret yollarının imparatorluğu” olması gibi.

Geriye büyük bir siyasetçinin varlığı kalıyor. Gerçekten de Tayyip Bey hiçbir resmi siyasi kimliği yokken Oval Office’de ağırlandı. Daha sonra Perle’in koltuğu altında ABD salonlarında, “derin demokrasi” konferansları verdi. Kendisini Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı ilan etti. ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki olma noktasından başlayan Tayyip Bey, İsrail’e “one minute” dedikten sonra, şimdilerde Brezilya ile birlikte ABD’nin tekerine çomak sokuyor.
Dün hakkında, “delikten süpürmeyin, yararlanın” ifadeleri kullanılan bir siyasetçi, bugün Türkiye’yi, dünya düzeninin yeni mimarisini inşa edenlerden biri düzeyine yükseltiyor. Ne, olağanüstü bir evrim!

AKP yönetiminde Türkiye önce İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yaptı. Son derecede başarılı Ermenistan ve Kürt açılımları var… Rusya’ya Türkiye topraklarında nükleer santral yaparak Türkiye’ye enerji satma hakkı veren bir anlaşma imzalandı. Artık, takas anlaşmasıyla “III. Dünya’nın” geri dönüşüne önderlik eden, AKP Grup Başkanvekili Bahçekapılı’nın deyişiyle “bağımsızlığını koruyarak ABD’ye bile kafa tutacak seviyeye gelmiş” bir neo-Türkiye var karşımızda. Hepimize hayırlı olsun.

***
Gelecekte tarihçilerin, neo-Türkiye’yi, Ortadoğu’daki tıkanıklığı (Bkz:Globalpoltikültür, 5 Mayıs 2010) açacak trajik olayları tetikleyen ülkelerin başına yazmasından korkuyorum.

Bu tarihçiler, “Türkiye’nin siyasetçileri, dış politikası çoktan iflas etmiş, derme çatma, aşırı sağcı bir koalisyonu yaşatmaya çalışanNatenyahu yönetiminin, (Mısır’ın fiilen katıldığı, ABD’nin onayladığı) Gazze ambargosunu aşırı önyargıyla ve şiddetlekoruyacağını bilmeleri gerekirdi” de diyebilirler. Akıllarına, “İsrail komandolarının kanlı saldırısıyla sonuçlanan o operasyon neo-Türkiye’nin, Osmanlı hinterlandına geri dönme projesine ait bir taktik adım mıydı?Yoksa, bu acı olay, içerde sıkışmaya başlayan bir hükümetin, dış politika krizlerine sığınma çabasının ürünü müydü”soruları da gelebilir.

1 comment:

Tolga said...

Erdogan hukumetinin Mavi Marmara baskini sonrasi tavri, mahallenin kabadayisindan tokat yeyip aglayan ergenlik cagindaki gencin tavrina benziyor. Eger dokuz vatandasin uluslarasi sularda olduruluyorsa ve sen karsilik veremiyorsan sen nasil bir yukselen gucsun? Sayin Yildizoglu'nun daha once de sordugu gibi "vatandaslari para icin bobreklerini satan bir ulke nasil bolgesel super guc olabilir?"