Thursday, August 07, 2008

ikinci dalga

Cumhuriyet, 06/08/08)

Yeni bir “trasformismo” dalgası gelişiyor. Birinci dalgada liberal entelijansiya, siyasal İslam’ı desteklemeye ikna edildi. Liberal entelijansiyaya güçlü ekonomik ve ideolojik bağlarla bağlı sol liberal entelijansiya da bu ilk dalganın bir parçası, adeta ikramiyesi oldu.

Şimdi de sosyalist entelijansiya siyasal İslam’ı desteklemeye çağrılıyor. Siyasal İslam’la sosyalist entelijansiya arasındaki kültürel, ideolojik uçurum çok derin olduğundan, bu uçurumu aşacak bir köprü gerekli. Bu işlevi de birinci dalganın “ikramiyesi” olanlar üstleniyor. Ama bir de, sosyalistlerle bu konuyu konuşmaya izin verecek, sosyalistlerin eleştirilerini sterilize edecek bir söylem gerekir. Diğer bir değişle liberal entelijansiya ile sosyalistler arasında kurulacak diyalogun önce açılması, sonra da uygun bir biçimde parantez içine alınması gerekir. Bu diyalogun “sosyalistlerin krizi” tartışmasıyla açılmaya, “AKP davası - Ergenekon soruşturması” ikilemi ile simgeselleştirilen “Demokrasi (seçilmiş bir hükümet) ve Darbecilik” denklemi ile de paranteze alınmaya çalışıldığını görüyoruz.

Demokrasi ve Darbe arasında…
Ancak, bu parantezin çok ciddi teknik zaafları var. Bu parantezdeki, “demokrasi” hiçbir biçimde sorunsallaştırılmadan, “düşünülmeden”, salt seçilmiş olmayla sınırlı kalan, içerikten yoksun bir kavram.

Darbecilere, gelince, karşımızda, oda iddialara göre, 4-5 yıl önce darbe planlamış, ama ordunun komuta kademelerinden destek görmemiş, hatta dışlanmış bir grup var. Diğer bir değişle karşımızdaki gelecekte olabilecek bir darbe tehlikesi değil geçmişte iflas etmiş bir darbe girişimi. Bu yüzden söylem giderek darbecilerden, kaos yaratma planlarına, diğer bir değişle “terörist” suçlamasına dönüşüyor. Kısacası, bu parantezi teknik olarak, hele “halka güvenmemek” suçlamasına sarılarak kapatmak olanaklı değil. Çünkü “modern zamanlarda”, “halkın tercihi” üzerinde konuşabilmek için, önce bu tercihin arkasındaki dinamikleri, şekillendirilmesinin süreçlerini (kültür endüstrisi, “gösteri toplumu” gibi,) düşünmek gerekiyor. Yoksa, “sen halka güvenmiyor musun?” sorusunu soranlar, aniden kendilerini, “sen popülist bir demagog musun?” sorusuyla yüz yüze bulabilirler.

Parantezin dışındakiler
Teknik sorunları bir yana, bu parantezin esas amacı, sosyalistlerin kendilerini sosyalist olarak tanımlamalarına olanak sağlayan kavramlarını dışarıda bırakarak onları sessizleştirmek ve yönlendirmektir

“Sosyalist” kavramı, baskı ve sömürünün olmadığı, eşitlikçi toplumlara ilişkin tasarıları içeren, tarihsel kökleri Spartaküs ayaklanmasına, Bedrettin olayına kadar giden, “komünist hipotez” kümesine aittir.

Kapitalist toplumdaysa bu kavramın içeriği, emek/sermaye çelişkisi ve kapitalist dünya sistemi üzerinden, kapitalizme ve emperyalizme (gelişmiş ülkelerin kapitalistlerinin, kendi ekonomik siyasi çıkarları doğrultusunda diğer ülkelerin ekonomik, siyasi ve kültürel yaşamların zorla ya da dolaylı yollarla müdahale etmesine) karşı olmak ilkeleriyle doldurulur. Bu içerik, demokrasinin her zaman, eşitlik, özgürlük, kavramlarıyla, “kimin için?” sorusuyla birlikte ve bir devlet biçimi olarak düşünülmesini gerektirir. Bu bağlamda başlangıç noktası her zaman toplumdaki en ayrıcalıksız kesimlerin, dışlananların gereksinimleridir. Bu yüzden sosyalizmi, konuşabilmek için, mutlaka Aydınlanma geleneğinin “hakikat rejimini” ve materyalist bir felsefi yönelimi benimsemiş olmak gerekir.

Sosyalistler için devlet, demokrasi gibi kavramlar hep sınıflar arası ekonomik siyasi iktidar ilişkileriyle, halk kavramıysa, toplumsal hegemonya kurma süreçleriyle birlikte düşünüldüğünde anlamlıdır.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, sosyalistlerin, darbecilere, “Ergenekon” türünden maceralara, siyasal İslam’ın partisine destek vermeyecekleri hemen anlaşılır. Çünkü bunların hiç biri sosyalistlerin, “komünist hipotezi” yaşadıkları tarihsel koşullar içinde uygulamaya koyma çabalarına uygun araçlar değildirler. Dahası, darbeciler ve siyasal İslam’ın temsilcileri başarılı oldukları her yerde sosyalistlere karşı şiddet uygulamaktan asla çekinmemişlerdir.

Bu gün gündemde bir darbe tehlikesi yoktur. Bu nedenle sosyalistler açısından esas tehlike siyasal İslam’ın hem kapitalizmle hem de emperyalizmle işbirliği içinde olan projesidir. Sosyalistlerin de, yukarıdaki parantezin dışında kalan ilkelerine sarılarak, öncelikle bu tehlikenin üzerinde odaklaşmaları gerekir.

Kürt kimliği sorunu da bu parantezin dışındadır. Çünkü bu gün Kürt kimliğine karşı en büyük tehlike, devlet baskısı değildir. Aksine devlet baskısı, bu güne kadar hep Kürt kimliğinin güçlenmesine yol açan bir etken olmuştur. AKP’nin ait olduğu siyasal İslam ise, Kürt kimliğini bir “pasif devrim”, “moleküler dönüşüm” süreci içinde önce sulandırarak sonra, Müslüman kimliği içinde eriterek zamanla yok edebilecek özelliklere sahiptir. Kürt kimliği de bir kavram olarak Aydınlanma geleneğinin “hakikat rejimine” aittir. Ne ironi değil mi?

No comments: