Sunday, June 29, 2008

Çapalara, darbelere ve cambazlara dair…

Geçen hafta gerçekleştirilen, ODTÜ 7. Uluslararası İlişkiler Konferansı’ndaki en ilginç tartışmalardan biri bence Prof Davudoğlu’nun katıldığı panelde yaşandı. Davudoğlu ile paneli paylaşan değerli akademisyen ve yazarların (Mustafa Aydın, İlter Turan, Ali Karaosmanoğlu, Soli Özel, Ahmet Evin) hiç biri kesinlikle, günün moda deyimiyle “darbeci kamptan” değildi, ama yine de adeta söz birliği etmiş gibi, AKP’yi, hem de şiddetle eleştirdiler. Değerli panelistlere göre, AKP I. dönemdeki tutumunu değiştirmiş, verdiği sözleri yerine getirmemişti…

AKP’nin “çapaları”
AKP hükümetinin I. Döneminden başlamak üzere, performansını, vaatlerini bağladığı “iki çapa” olduğu başka panellerde de birkaç kez vurgulandı. Bu çapalar IMF ve Avrupa Birliği süreciydi. AKP’yi destekleyenlere göre, birincisi, ülkede ekonomik istikrarı garanti altın alırken, ikincisi siyasi istikrarla “demokratikleşme” sürecine güçlü bir zemin sağlıyordu.

AKP’nin II. döneminde, bu çapaların yerinden çıktığı görülüyor. Diğer bir değişle “çapa” metaforuna sadık kalırsak, AKP yönetimindeki Türkiye gemisi şimdi kayalıklara doğru sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Panelistler, AKP’nin özellikle AB üyeliği sürecini boşladığını, ülke içinde siyasi istikrarı koruyamadığını düşünüyorlardı. Soli Özel “ister yargıçlardan ister AKP’den yana olun, bunların ikisi de otoriter eğilimleri temsil ediyor” diyordu; AKP II. döneminde giderek daha otoriter bir yönetim sergiliyordu.

Gerçekten bu iki çapa son derecede önemli. IMF ülkeye yabancı kredi girişini özendiriyor böylece, Türkiye borç köpüğü üzerinde yüzmeye devam ederek tüketimi körüklüyor, “biz refah getirdik” iddiasını besliyordu. Şimdi IMF çapası işlevini kaybetti. Patlayan kredi köpüğü, ülkenin ekonomik zaaflarını oryaya koydu. Enflasyon, işsizlik, dış açık… Faizler resmi veya gayri resmi olarak artıyor. Tüketim geriliyor, bunu ekonomik yavaşlama izleyecek. Bu gerçeklerden kaçış yok. Öyleyse AKP uygulamalarından hoşnutsuz olanların sayısının artması kaçınılmaz. Baksanıza yıllardır, AB çapasıyla “refah” içinde yaşayan İrlandalılar, ekonomik koşullar değişmeye başlayınca, “eskiyi unutup”, büyük bir “nankörlükle” AB sürecine hayır deyiverdiler.

AB çapasına gelince, AKP bu çapadan, ülkede siyasal İslam’ın hareket alanını genişletmek, ulus devletin merkezi yapısını zayıflatmak için kullanıyordu. Bu arada sosyal hakları tırpanlayarak, (“yeni-ortaçağlar” tartışmalarında gündeme gelen bir gözlemden yararlanırsak) ülkeyi bir vatandaşlar toplumundan, “sadaka-dilencilik” toplumuna doğru sürüklüyordu.

İrlanda’nın “hayır” oyu, bu “çapanın” zemini olan üyelik sürecini artık fiilen gündemden çıkartmıştır. Merkel ve Sarkozy, Lizbon anlaşması olmadan Hırvatistan bile birliğe alınamaz diyorlar (Frankfurter Allgemeine Zeitung, 20/06, Le Monde, 21/06). Çek Cumhuriyeti’nin ve Polonya’nın Lizbon anlaşmasına karşı olduğu düşünülürse anlaşmanın gerçekleşmesi olanaksızlığı görülür. Bu arada birlik süreci ekonomik açıdan da tehlikeli bir döneme giriyor. AB Merkez bankasının para politikası, “zeytinyağı kuşağından” büyük tepki çekiyor, Berlusconi’nin ağzını bozmasına yol açıyor (Daily Telegraph, 23/06/08). Almanya’da halkın, gidrek yalnızca kendi ülkelerinde basılan Avro’ları kullanmak istemeye başlaması (Daily Telegraph 13/06/08) Para birliğine güvenin sarsıldığını gösteriyor.

Aslında bir üçüncü “çapa” daha var. O da ABD’nin Ortadoğu politikası. AKP dış politikasını buna uyumlu tutmaya büyük gayret göstererek, ABD’ni siyasi desteğini yedeğine aldı. Ancak AKP sıkıştıkça siyasal İslam’ın Yahudi düşmanlığı açığa çıkıyor. İkincisi, İsrail’in veya ABD’nin İran’a vurmaya hazırlandığına ilişkin işaretler ve yorumlar artıyor. Bu yeni konjonktür AKP’nin Ortadoğu çapasını da yerinden sökecek gibi görünüyor. Hadi Rubin “tetikçidir” diyelim, peki ya International Herald Tribune’ün yorumcularından Roger Cohen’in yargı sürecine destek veren yazısına (23/06/08) ne demeli?

Bu koşullarda AKP ve destekçileri açısından safları korumak giderek zorlaşıyor. Birleştirici fantezi olarak, “Türban = Demokrasi” denklemi zayıfladı, özellikle I Mayıstan ve dinleme rezaletlerinden, tabanda başlayan dönüşümlerin ayırtına varılmaya başlanmasından sonra. Bu nedenle giderek daha çok, yükselen bir sesle darbe tehlikesi dile getiriliyor. “Darbeye bak darbeye” çağrıları, “beyaz yürüyüşler” dikkatleri AKP’nin iç ve dış politikasının, ekonomik modelinin iflasını, seçkinlerinin devlet eliyle zenginleştiklerine ilişkin iddiaları, “sivil toplumda” yaşanan dönüşümleri gizlemekten başka bir amaca hizmet etmiyor. CHP’nin iktidarsızlığıyla oluşan muhalefet boşluğunu bir an evvel doldurmak gerekiyor. Yoksa “cambaza bak cambaza” taktiğinin başarılı olacak.

1 comment:

Engin Kurtay said...

Eski İzmirli, üç nesildir ayakkabı imalatı yapan bir arkadaşım var, o anlattı geçenlerde:

Hocafendi önceleri 70'lerde Bornova'da bir camide çalışırmış, orada vaaaaaz verirmiş, onu dinlemeye çok insan gidiyormuş. Sonra bu çalıştığı camiiden ayrılmış, 70'lerin sonlarına doğru ve 80'lerin başında cemaaaatini kurmaya önce Kemeraltı'ndaki ayakkabı imalathanelerinde çalışan işçilerle başlamış.

Neden ilk önce ayakkabı imalatında çalışan işçiler sorusunun yanıtı ise çok ilginç:

Bu sektörde çalışma şartları çok ağırmış, hareketsiz ve çok sıkıcı imiş: sabah sekizden geceyarılarına kadar yerinden kalkmadan, saatlerce çişe bile gitmeden çalışıyorlarmış, bu yüzden prostat hastası bile oluyorlarmış.

Tam stoacı bir tarz !

Anlattıklarında daha da ilgimi çeken nokta şuydu:

Bu işçiler hep solventli yapıştırıcılarla çalışıyorlarmış. Yani hergün sabahtan akşama bu kafa yapıcı maddeleri soluyorlar. Bu nedenle alkole ve öbür uyuşturuculara karşı da büyük bir dayanıklılık geliştiriyorlarmış (arkadaşım da zaten ne kadar içerse içsin asla sarhoş olmaz).

Marx'ı zamanında nöroloji henüz gelişmemişti, o "din halkın afyonudur" derken, bunu sadece sonuçlara bakarak, etki mekanizmalarını bilmeden söylemişti. Şimdilerde yayımlanan araştırmalarda ise dinsel pratikler ile uyuşturucuların beyinde aynı bölgelerde benzer etkiler yarattığını okuyoruz.

Laiklik öncelikli sorunumuz değildir diyen "solcular" işte bunlara kafa yormalı, ideoloji teorisi yapmalılar. Sömürü, emperyalizm, ideoloji (din), bunlar hepsi birlikte düşünülmesi, tek bir teoride birleştirilmesi gereken kavramlardır.