Wednesday, June 03, 2009

Faşizm Üzerine Bir Not

Ekonomik, siyasi ve kültürel krizin derinleşmeye devam ettiği bir dönemde faşizm kavramını yeniden tartışmaya başlamak gerekiyor. Prof. Emre Kongar’ın Neo-faşizm üzerine yazıları bu açıdan çok değerli bir katkı oldu. Ben de bazı noktaları vurgulamak istiyorum.

Faşizmin dört özelliği

Faşizmi siyasi baskıya, milliyetçiliğe, ırkçılığa, diğer bir deyişle bileşenlerinden birine indirgeme eğilimine liberal entelijansiyada, kaba Marksistler arasında sıkça rastlıyoruz.

Gerçekteyse faşizm bir özelliğine indirgenemeyecek kadar karmaşık, özgün bir kitle-parti-devlet ilişkisini içerir. Birincisi, faşizm, orta sınıf içerikli bir kitle tabanına dayanan hiyerarşik, totaliter ve mistik özelliklere sahip bir örgütlenmeyi/partinin varlığını gerektirir. İkincisi faşizmin bu kitle tabanı, örgütlenme dinamiği enerjisini totaliter (liderlik kültünü de içerebilecek) bir ideolojiden alır. Üçüncüsü faşist devlet, “sivil toplumu” tümüyle asimile etmeye eğilimli bir devlet biçimidir. İktidardaki faşizm, te- kelci sermayenin ekonomik, siyasi çıkarlarını korumaya, yayılma arzusunu gerçekleştirmeye hizmet eder. Dördüncüsü tekelci sermaye, ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde orta sınıf desteğini kaybetmeye, yalnızlaşmaya başlar, kendini demokratik, parlamenter rejimlerin sınırları içinde ya da diğer baskıcı rejimlerle koruyamayacağı zaman faşizme yönelir. Ama önce faşist hareket kitleselleşerek yönetebilecek düzeye geldiğini, tekelci sermayenin programını benimsediğini kanıtlamalıdır.

Irkçılık ve baskı

İtalya, İspanya örneklerinde gördüğümüz gibi, ırkçılık, faşist ideoloji içinde her zaman belirleyici olmayabilir. Zizek’in işaret ettiği gibi faşist ideoloji halkın barış, huzur, toplumsal güvenlik, dayanışma gibi insani talepleri üzerinde inşa edilir. Faşist ideoloji, bu insani talepleri, toplumda totaliter bir bütünlük sağlamaya hizmet edecek biçimde, bir “birleştirici unsurun” (ana gösterge)anlamlandırıcı hegemonyası altında birleştirir. Bu “ana gösterge” Nazi Almanyası’nda Yahudi düşmanlığı, Franco İspanyası’nda Cumhuriyet ve komünizm düşmanlığı, Katolik dincilik olmuştu. Diğer taraftan, Katolikliğin Yahudi düşmanlığını tarihsel olarak içerdiğini, Müslümanlığın belli kesimlerinin de İsrail devleti kurulduktan sonra bir Yahudi düşmanlığı geliştirdiğini biliyoruz.

Faşist devlet, Askeri Diktatörlük, Bonapartizm gibi diğer olağanüstü rejimlerden farklı bir yapılanmadır. Bu baskıcı rejimlerde devlet toplumla organik bağlar kuramaz, “sivil toplumun” içine nüfuz edemez. Faşizmdeyse parti ve örgüt, devleti “işgal” eder.Goebbels’in vurguladığı gibi “Her parti üyesi devlet memuru olsa bile öncelikle parti üyesi olarak kalmak ve parti yönetimiyle yakın işbirliği içinde olmak zorundadır”. Faşist devlet, devletin ideolojik aygıtlarını (din, eğitim sistemi, dernekler, meslek örgütleri, sendikalar) tümüyle devletin içine alarak bütünselleşmiş bir baskı, terör uygulama alanı yaratır. Faşizm topluma, parti, devlet, toplum ayrımlarını silerek, bireyin günlük yaşamını da mikro düzeyde denetleyen bir “biyopolitik” dayatarak organik bir bütün yaratmaya çabalar.

Türkiye’ye dönersek, önce “mahalle baskısı” kaygısı, arkasından Prof. Toprak’ın araştırması, sonra sonuçları geçen hafta açıklanan Bahçeşehir Üniversitesi araştırması, Türkiye toplumunda, dini birleştirici bir unsur olarak kullanan örgütlenmelere uygun bir toplumsal taban oluştuğunu düşündürüyor. Türkiye’de siyasal İslamın AKP döneminde devletle toplum arasındaki diyaframıdeldiğini, “devletin ideolojik aygıtlarını” eline geçirmeye başladığını da biliyoruz. AKP hükümetinin, neo-liberalizm, bölge jeopolitiği gibi konularda ABD ve AB’ye güven verdikten sonra iktidara geldiğini de… Tüm bunlara, telefon dinleme, internette izleme, internet sitelerini yasaklama, muhalefetin entelijansiyasının önde gelen isimlerini sabah baskınlarıyla toplama gibi kişi özelini ihlal eden uygulamalarla, DTP’ye, işçi hareketine yönelik saldırgan politikaları ve genişlemeci “yeni-Osmanlı” hayalini de ekleyebiliriz.

Tüm bunlardan AKP yönetiminin Türkiye’de faşist bir devlet kurduğu anlamı çıkmaz, ama faşist bir devlete benzer bir oluşuma geçiş için gerekli, toplumsal siyasi koşulların büyük ölçüde oluştuğu, oluşmaya da devam ettiği sonucu çıkar… Faşizmin bir diğer özelliği de entelijansiyayı, çeşitli olanaklar sunarak baştan çıkarma becerisidir. Benzer bir süreci Türkiye’de de görüyoruz: Siyasal İslam, kimi kafası karışık “sosyalistlerden” yeni “yararlı salaklar” üretmeye bu ileri aşamada bile devam edebiliyor.

18 comments:

kaan said...

ya allah aşkına akp'den önce müthiş demokratik bir ülkede mi yaşıyorduk?akp istiklal mahkemeleri mi kurdu, dersim katliamı mı yaptı, sendikaları-dernekleri mi yasakladı, her türlü muhalefetin başını mı ezdi?hangisini yaptı akp?tutturmuşsunuz bir "siyasal islam".siyasal islam denilen şey zaten ta en başından beri var.irticanın icadı 1908lere kadar dayanıyor.akp ile veya fettullah gülen ile başlamış bir şey değil bu.evet akp'den rahatsız olan devletliler var.onlar da darbe planları suya düşen ergenekonculardır.fakat devlet ile hükümet arasında müthiş bir çelişki de yok.

Çetin said...

Mustafa Kemal dönemi otoriter bir dönem idi.Devrim sonrası için çok olağan.Çok partili döneme geçiş ve toprak reformu gerçekleşseydi,Türkiyemiz çok farklı olurdu.İnönü dönemi faşizmi,DP döneminin başlangıcında tüm demokratların desteği,İnönü faşizmini yendi ama Menderes ve Bayar faşizminin oluşmasını engelleyemedi.27 Mayıs devrimi,işçilere sendika hakkı-aydınlara zindanlardan kurtulma şansı verdi ama toprak reformunu yaşama geçiremediği için Köylü sınıfını kazanamadı ve 12 mart - 12 Eylül faşizminin ilk tohumlarının Batı tarafından atılmasını önleyemedi.Dinci yapılanma ,özellikle ABD tarafından büyük bir itina ile gerçekleştirildi.Komünizmi önleme faaliyetleri,hem Milli görüşçüleri hem neo-milli görüşçüleri hem de F-tipi yapılanmayı 12 mart - 12 eylül sürecinde oluşturdu.ABDulLah Gül'ün Exceter Universitesinde yetiştirilmesi-F.Gülen'in Netekim tarafından korunması ;anımsanması yeterli.Sosyal Demokratların ve liberallerin aymazlığı bu faşizmin önlenmesini ve Yurtseverlerin zindanlara tıkılmasına neden oldu.Günümüzdeki dinci-faşizmin ise son dalga olduğuna inanıyorum zira Batı dünyasını elinde daha fazla kullanabileceği malzeme kaldı ve bu malzemin geçerlilik tarihi , her ne kadar ayrılıkçıların ve de 2.cumhuriyetciler bu kadar destek vermelerine karşın,günü gelmiş durumundadır.Tüm yaşadığımız faşizm dalgalarında olduğu gibi,sonu gelen itin cami avlusuna işemesine benzer durumda günümzde de yaşıyoruz ve Yurtseverlerin canını acıtma bu dönemlerde doruk noktasına çıkması yaşanmıştır ama karşı tarafta korku dağları beklemektedir. (Bakınız C.Çandar'ın Radikal 23 mayıs ve 22 mayıs yazısı/A.Altan'ın 20 mayıs Taraf gaz.yazısı ve M.Karaalioğlu 22 mayıs star gaz.yazısı)
17 Mayıs Cumhuriyet mitingi-19 mayıs merhum T.Saylan cenazesi-18 Mayıs yurtsever tiyatrocularun eylemi bu kadar korkuyu yaratmış ise yakın gelecekte , 21 Haziran'da İzmir Gündoğdu Cumhuriyet mitingi faşizme karşı omuz omuza direnişz sağlayacağından eminim.

kaan said...

tabi tabi çok olağan.dersim'de 80bin kişinin katledilmesi...ne kadar olağan, ne kadar doğal değil mi?kabul edin veya etmeyin bu işte basbaya çifte standart var.şimdi ergenekoncu diycem ama neyse...

Ergin Yildizoglu said...

Boşuna, kabak tadı verircesine “devlet teorisi” demiyorum: “Devlet ile hükümet arasında müthiş bir çelişki de yok” ne demek? Teorik açıdan böyle bir cümle kurulamaz… Tabi Zaman Gazetesi, Taraf ve Yani Şafak ekibi gibi “devlet” derken “orduyu” kast etmiyorsanız. Eğer ediyorsanız, bu durumda da devletin şiddet araçlarından birini (gizli servisler ve Polis diğer ikisini oluşturur) devletin yerine ikame ederek konuşmanın ideolojik bir imleme olacağını düşüneceğimizin ayırtında olmanız gerekir

ozan said...

"Faşizmi siyasi baskıya, milliyetçiliğe, ırkçılığa, diğer bir deyişle bileşenlerinden birine indirgeme eğilimine liberal entelijansiyada, kaba Marksistler arasında sıkça rastlıyoruz."

sayın yıldızoğlu'nun bu cümlesi, bana, kendisinin "köpeğin ahlakı" (gri yayınevi) isimli kitabındaki "iktidar ve sanat - bir serginin düşündürdükleri" başlıklı çok önemli tespitler içeren yazısını anımsattı.

stalin rusya'sı ve hitler almanyası'nın resim, heykel vb. "sanat" dallarında nasıl da biçim, içerik olarak birbirlerinin neredeyse kopyası olduğu açıklaması üzerinden kurduğu yazıyı okumanızı tavsiye ederim.
tabii cidden faşizm üzerine ve faşizmin sanat ve diğer bileşenler üzerine ne tür yansımaları olduğu cidden ilginizi çekiyorsa.

farklı (?) ideolojiler, alt-yapı, üst-yapı ayrımı üzerine, komünizm diye, marx, lenin diye satılan rejimin aslında ne olduğu üzerine zihin açmak için!

-"kopuk" tartışmaların arasına girdiğim için, öncelikle kaan'dan, sonra da herkesten özür dileyerek...-

Engin Kurtay said...

Sen çok yaşa Kaan! Blog'a nasıl da dinamizm geldi ama...

Kaan'ın yorumları, liberal sol ve anarşist solun Türkiye şubesinde geçerli teorik formülleri, şablonları göstermesi bakımından çok önemli. Konuşmanın durması, herkes için yenilgi demektir. Cumhuriyetçi solcuların bu argümanlarla konuşabilmesi, tıkanma noktalarını ona gösterebilmesi gerekiyor. Bu konuda da başarılı olduğumuz henüz söylenemez.

Kaan ise beni şu ana kadar tek bir konuda ikna etti: O, gizli bir Drrr'cu, Sultan Galievci, Chavezci olabilir, ve bunu da açık etmek istemiyor olablir. Çünkü belki de şu anda etnik ve dinsel söylemleri kullanarak devrimci bir hareketi örgütlemeye çalışıyordur...

Emin değilim tabii, ama böyle olabileceğine ikna oldum.

Kaan, söylediklerin arasında şöyle bir noktaya takıldım, lütfen açar mısın:

Cumhuriyet Devrimleri yüzünden, örneğin dil devrimi yüzünden,

"eski alfabenin ve dolayısıyla kültürel birikimin bir gecede çöpe atıldığını"

yazmıştın.

Bu çöpe atılan kültürel birikimden örnekler verebilir misin lütfen? Yani dil devrimi yapılmasaydı, hangi kültürel değerlerimizi hala koruyor olurduk? Tek örnek bana yetebilir, ama mümkünse aklına gelenleri yaz.

Tekrar sağol, bizi zihnimizi açmaya zorladığın için...

Engin Kurtay said...

(I)

Kaan'a bu soruyu sorarken amacım aslında "faşizm" konusuna bir noktada geri dönmektir.

Toplumsal bir fenomeni irdelerken Marksist Topiği Althusser tarzında kullanmak bana hep cazip gelir: aralarında tek yönlü bir ilişki olmayan, fakat birbirinin içinde dönen ve her biri diğerini farklı düzeylerde etkileyen üç katman:

1. Ekonomi
2. Siyaset
3. İdeoloji

Sayın Yıldızoğlu yazısında her üç katmana da değiniyor:

1. "Tekelci sermaye", "kriz" derken, deflasyonist kriz konjonktürü (yetersiz talep) faşizmi tetikleyen belki de ana neden.

2. Yazıda en önemli vurgu, siyasal alana ilişkin bence... Herkes hoşuna gitmeyen her rejime "faşizm" dediğinden, bu konuda hep bir kavram kargaşası vardır. Ergin Bey'in yazısı öncelikle bu düzeltmeyi yapıyor. Bence çok önemli. Ben şu sonuca varıyorum:

- Her Totaliter rejim, Faşist rejim değildir.
- Ama her Faşist rejim Totaliter bir rejimdir.

Totaliterliği de, Devlet ve Sivil Toplum arasındaki "diyaframın" ortadan kalkması, yürütme ve yargının tamamen siyasallaşması olarak anlıyoruz.

Öyleyse totaliterlik, faşizmi tanımlamak için yeterli değil. Başka bileşenler de olmalı:

3. İdeoloji: Totaliterliği Faşizm yapan ek bileşenler ideolojik alana ait bileşenlerdir:

- ırkçılık
ve/ya da
- dincilik.

Bu iki bileşenden en az biri Totaliter bir rejimin ideolojisinde "hakim anlamdıran" (master signifier) olursa, rejim o zaman "Faşist Rejim" olarak tanımlanabilecektir.

Çetin Bey bence bu yüzden yazısındaki faşizm yargılarından bazılarını elemelidir.

Engin Kurtay said...

(II)

Faşist rejimlerde genelde hem ırkçılık hem dincilik vardır. Ancak eğer sadece ikincisi, yani dincilik varsa, o zaman Faşizmin bu özgün biçimine "Yeşil Faşizm" denir (örneklerini daha çok İslam coğrafyasında gördüğümüz için. Latin Amerika'da da olabilir, Pinochet rejimine falan bakmak lazım. Bence "Yeşil Faşizm" sadece çevre ülkelerde ortaya çıkan bir fenomen. Standart faşizm ise merkez ülkelere mahsus).

Kaan'a sorduğum soru, konuya işte bu noktadan bağlanıyor:

Her ideoloji, tutarlı bir tarihsel-kültürel anlatıya sahiptir. Özgün ve özel (essentialist-particularist) olarak sunulan bu kültürel-tarihsel mirasa bağlanması için Tebaya seslenir. Teba yanıt verirse, bundan kendine pay edinir, o da özgün olur, yani ideolojinin öznesi olur. Marx'ın "din halkın afyonudur" formülünün açılımı da işte budur. Sadece din için değil, ırk için de böyle: Sevgili Faruk Birtek hocam bir dersinde, Nazi ideolojisinde Junker ruhunun nasıl halk tabanında sahiplenildiğini anlatmıştı (Junker: Elbe Bölgesinde Alman derebeyleri).

Şimdi, 1950 öncesi ders kitaplarında ve "resmi" tarihte, İslamiyet öncesi Türk tarihinin ön planda okutulduğunu, Selçuk ve Osmanlı tarihlerinin "s" geçildiğini biliyoruz. Bu durum DP ile biraz değişti, 1980 darbesinden sonra tamamen değişti. Ergin Bey'in de yazısında saptadığı gibi, "yeni osmanlıcılık" bugünkü tarih kurgusunda bir "hakim anlamdıran" haline geldi, Cumhuriyet de bunun devamı, hatta -bir çok kültürel değerimizi de yitirmemize neden olduğu için- daha berbat hali olarak algılanmaya başlandı.

Kaan'a sorduğum soru işte bu yüzden önemli:

Kaan! Çöpe atılan bu kültürel birikimden örnekler verebilir misin lütfen? Yani dil devrimi yapılmasaydı, hangi kültürel değerlerimizi hala koruyor olurduk?

Hakim anlamdıran'ın kurgusuna bakmalıyız ve karşısına daha etik başka bir kurguyla çıkmalıyız. Faşizm ile uğraşırken yapı-bozumcu olamayız.

Benim Zizek'in bütün çalışmasından anladığım da zaten budur: yapı-bozumculuk ve söylem analizi, faşizmin ideolojik bileşenlerine karşı yine ideoloji alanında etkili bir savunma kurmadığı için, riyakar (cynical) bir tutumla faşizme geçit vermektedir. Yugoslavya laboratuvarından verdiği örneklerde, sadece dinin, sanatın, müziğin falan değil, kokan ayakların bile nasıl akıldışı birleştirici bir anlamdıran olabildiğini anlatır.

Kaan'ı anlarsak, Zygmunt Bauman ile de hesaplaşma yolu açılır. Çünkü bu kampın arkasında Bauman var. Akıl illa ki ideolojinin hizmetinde olmak zorunda değil. İdeoloji de aklın hizmetinde olabilir ve Zizek bence böyle bir yol olabileceğini ima ediyor.

Çetin said...

İnönü dönemi,nazizmden etkilenerek ırkı kullanarak faşizme dönüşmedi mi?Menderes dönemi , dini kullanarak demokratlıktan ne şekle dönüştü?Meclisin Tahkikat komisyonu görevini tamamlama sürecine kavuşsaydı sonuç nasıl olacak idi?12 mart ve onun çocuğu 12 Eylül faşizmi , kürsüden dini kullanarak faşizm denemesi yapmadı ?Yanılıyormuyum ?ABDullah Gül , Çankaya'da netekimi ağırlayarak dizdize fotoğraf çektirerek ne mesajı yolladı,seçmenine?

Engin Kurtay said...

Sadece ilkinden kuşkuluyum, diğerleriyle ilgili hemfikirim. Çünkü 1930'ların ve 40'ların Belleten Dergilerini çok iyi taramıştım, birçok antropometrik kazı raporu vardı ama ötekileştirilen bir ırk sınıflaması yapılmıyordu. Tabii başka şeylere de bakmak lazım, ders kitaplarına, meclis konuşmalarına... Emin değilim yani.

kaan said...

ya gerçekten devam etmek isterim ama yoğunum şu aralar.ergin hocanın devlet teorilerini merak ettim.bu teoriler nedir açıklayabilir mi acaba?ben devlet derken içinde ordunun, yüksek ve biraz da alçak bürokrasinin, yargının, akademi tayfasının bulunduğu bileşimden bahsediyorum.tabi ki bu bileşimde en önemli faktörü ordu oluşturuyor.şimdilik bu kadar yazıyorum.bilahare yine dönerim.

kaan said...

devlet ve hükümet arasında müthiş bir çelişki yok demek şu demek: elbette devletlilerin içinde akp'den rahatsız olanları vardır.çünkü akp rejimin tabularıyla oynayan bir parti.rejimin kutsallarına saldırıyor ve oy almak için tavizler veriyor.her ilden, her kesime göre aday gösteriyor.ve şimdilik halk akp'den daha iyisini bulamıyor.durum böyle olunca bazı devletliler rahatsız oluyor ve darbe yapmaya kalkarken komik duruma düşüyorlar(demek ki tarih her zaman tekerrür etmiyor).fakat bu devlet ile hükümetin çıkarlarının taban tabana zıt olduğunu göstermez.birisi darbe yapamıyor diğeri statükoyu tamamen değiştiremiyor.ama elbette değişecek.

kaan said...

sayın engin kurtay, ingiltere bile sömürgelerinde latin alfabesi kullandırtacak kadar cesur değildi.oysa sen 600 yıllık bir kültür birikimini bir gecede çöpe atıyorsun.neymiş efendim latin alfabesini öğrenmek kolaymış.peki o halde niye japonya'da okuma-yazma oranı %100lere yaklaşmışken bizde hala %80lerde.latin alfabesi ve diğer "gardrop devrimleri" sadece kapitalizme entegre olmak amacıyla yapılmıştır.

Engin Kurtay said...

Kaan,tek bir soru: çöpe atılan bu kültürel birikimden örnekler verebilir misin? Dil devrimi yapılmasaydı, 600 yıllık bu kültürel birikimden neleri koruyor olurduk?

kaan said...

işte çöpe atıldı diyorum ya.bak sen bile geçmişini aşağılıyorsun.islam medeniyetini aşağılıyorsun.zaten o sizin devrim dediğiniz şeyler "batılılaşmak" için yapıldı.kendini ve geçmişini aşağılamak için.sana kültür şudur budur diye nasıl örnek vereyim?aç bak araştır osmanlı tarihini.kafamızın basmadığı ve aşağıladığımız divan edebiyatı mesela.600 yıldır kullanılan alfabe bir anda çöpe atılıyor ve okuma yazma bilenler bir anda bilmez oluyor.tam bir travma bu.

Engin Kurtay said...

Kaan, Divan edebiyatı çöpte falan değil, okuduk lisede, isteyen açar okur, yeni harflerle de okunabilecek şeyler bunlar. Sen seviyorsan okursun, anlatırsın. Bir Divan edebiyatı kulübü, web sitesi ya da blog'u kurabilirsin mesela... seviyor musun?

Bu olmadı, başka örnek ver lütfen.

Okuma yazma oranı harf devriminden önce yüzde kaçtı?

kaan said...

çin alfabesinin kaldırılıp, latin alfabeye geçildiğini düşünün.nasıl bir travma olabilir?

Engin Kurtay said...

Kaan,

Çin'de Mao'nun kültür devriminden önce 10,000 cıvarında harf kullanılıyordu ve üstelik bunlar yörelere göre farklılık gösteriyordu. Halk tabanında da okuma yazma bilen de neredeyse yoktu. 70'li yıllara doğru bu harflerin sayısını 2,000'e indirmeyi başardılar ve okuma yazma oranı bir ölçüde arttı.

Çinceyi latin alfabesiyle de yazıyorlar, ancak örneğin dört çeşit "a" var. Bu ses farklarını latin alfabesinde göstermek için bir sürü ek işaret kullanmak gerekiyor.

Oysa bildiğin gibi Türkçe'nin sesleri zaten basit ve bunlar temel Latin harflerine tam olarak denk düşüyorlar.

Basit derken aman yanlış anlama, aşağılamıyorum, tersine, basitlik üstünlüktür.

Sen şimdi Divan edebiyatından bahset: bu edebiyat türünde neleri seviyorsun, seni nasıl etkiliyor, Divan edebiyatından bugüne taşıdığın anlamlar nelerdir? Konuyu incelemişsin galiba, biraz anlatsana...

Ya da 600 yıllık Osmanlı mirasından bugüne taşıyamadıklarımız ve bu yüzden kaybettiklerimiz nelerdir? Osmanlı kültüründen nelere sahip çıkmalıydık ve bunlar bize bugün neler kazandırırdı? Başka örnekler verir misin?