Wednesday, December 31, 2014

2015 Yılında ‘Disiplin’


Yeni yıla, özellikle ABD ve Avrupa ülkelerinde “Disiplin”in zayıflamakta olduğu bir dönemde giriyoruz. Bu trendin 2015 yılında ivme kaza-nacağını düşünüyorum.

Gramsci’den, hegemonya, “tarihsel blok”, entelijansiya (çeşitli işlevleriyle) gibi kavramları öğrendik. “Disiplin” kavramını da Foucault’tan: Kapitalizm ile “disiplin” bir madalyonun, birbirini tamamlayan, üreten iki yüzünü oluşturur, biri olmadan öbürü var olamaz.

Olgunlaşma ve çürüme
“Eski rejime” karşı bir “tarihsel bloku” eşitlik, özgürlük, demokrasi sloganıyla kurabilen burjuva sınıfı hemen, alt sınıfların, siyasi olarak en düşük maliyetle denetlenmesi, ekonomik olarak en verimli biçimde üretime sokulması sorunuyla karşı karşıya kaldı. Topraktan, üretim araçlarından kopmuş nüfusun servete saldırmasının engellenmesi; yeni, üretim birimlerinin düzenlenmesi, denetlenmesi gereksinimleri, bilimsel gelişmelerle birleşerek bu sorunu çözecek unsurların toplamı olarak “Disiplini” üretti.

Foucault bize, “Disiplinin” salt devlet politikasının bir ürünü değil, daha çok, ekonomik, hukuksal ve siyasi, bilimsel gelişmelerin sentezi, yalnızca yukardan aşağı uygulanan baskı değil aynı zamanda tabanda, mikro, hatta bireysel düzeyde çalışan bir “üretken güç” olduğunu da gösterdi.
Böylece, bir taraftan burjuva-demokratik toplum, alt sınıflara, görünüşte bir eşitlik, yöneticilerini belirleme gücü sunuyor, aynı anda “Disiplin” bu gücü alt sınıfların elinden alıyordu.

(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, December 24, 2014

‘Hoş Geldin Küba’ - II

Dün SSCB’nin çöküşünü, Gorbaçev’in “ihanetiyle” açıklayan kolaycılık, yarın Küba “sosyalizminin” çöküşünü Raul’un ihanetiyle açıklayacak.

Ancak “felaketi” insanlara indirgememek gerekiyor. Sosyalizm, kapitalizmin aşılması, üretici güçlerin serbestçe gelişmeye başlaması değil mi? 50-70 yıl boyunca bu gelişme içinde yaşandıktan sonra, nasıl oluyor da bu toplumlar, bir-iki haininin eliyle kapitalizme, sosyalist toplumun insanının hiçbir sınıfsal direnişiyle karşılaşmadan, kolaylıkla geri dönebiliyorlar? Yoksa bir iki haninin değil de hâlâ tanımlanmayı bekleyen bir egemen sınıfın tercihleriyle mi karşı karşıyayız? Sakın bu toplumlardaki toplumsal sistem, sosyalizm değil de kapitalizmle (kolaylıkla “geri dönebilecek” kadar) ortak yanları olan bir şey olmasın?

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, December 17, 2014

14 Aralık’ta Ne Oldu?

Zaman gazetesine, kimi televizyon kanallarına yönelik operasyonlara tepki olarak “mazlum olanın yanında olmak gerekir” gibi öneriler ileri sürülüyor.

Bu önerileri benimsemek çok zor. Zaman gazetesi, Taraf gazetesiyle birlikte, AKP rejimi kurulurken “değişim”, “darbe tehlikesi” gibi söylemlerle tüm muhalefete karşı harekete geçirilen sınır tanımaz bir simgesel şiddetin en etkili üreticilerinden biriydi. Ürettiği söylem, liberal entelijansiyanın demokrasi fantezilerini, siyasal İslamın hegemonya inşa sürecini yedeğine alıyor, araçsallaştırıyordu.

(...)

yazının devamını okumak için tıklayınız 

Wednesday, December 10, 2014

Sıra ‘Ötekinin’ Dilini Kesmeye Geldi

AKP döneminde, “pasif devrim” modeli içinde ilerleyen bir geçiş sürecindeyiz. Bu siyasal İslamın, liderliğini yapan Sünni-Müslüman entelijansiyanın simgesel üretim araçlarına sahip olma özellikleri-ne göre şekillenmiş totaliter bir kapitalist devlet biçimine geçiş sürecidir.
Bu sürecin üzerinde düşünmeden, Latin harf-lerine geçişle ilgili olarak, “bir gecede halkı/milleti/toplumu cahil bıraktılar” yakınmasının kini, “Osmanlıca eğitime, Arapça harflere dönme” arzuları tam olarak kavranamaz.

Üretim araçları yalnızca, kazma, kürek, makine, bilgisayar gibi nesnelerden oluşmaz. Bilgi de olmazsa olmaz bir üretim aracıdır. Sermayenin simgesel üretimi (kültürü) birikim sürecinin içine giderek daha fazla çektiği son 50 yılda, üretim, yeniden üretim araçlarının içinde bilginin yeri, önemi giderek artmıştır.
‘Bilgiye’ dayanarak sömüren bir ‘sınıf’ 

(...)

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Wednesday, December 03, 2014

Sermaye ve Enerji

Ham petrol, o kadar politik bir mal ki, ani fiyat değişikliklerinde, siyasi dedikodulara, komplo teorilerine dayalı açıklamalar hemen öne çıkarak popüler oluyorlar. Halbuki petrol, kapitalist üretim tarzının Fordist ve post-Fordist (yapısal kriz) dönemindeki en temel enerji kaynağı. Dahası, kimya sanayiinde, inşaattan tekstile, bilişimhaberleşme teknolojisine kadar petrol ürünleri vazgeçilmez bir yer tutuyorlar. Dolayısıyla petrolün üretiminin, fiyatını, piyasadaki oyuncuların tercihlerinden önce, kapitalist üretim tarzının öncelikle, ekonomik finansal dinamiklerinin, jeopolitik gereksinimlerinin belirleyeceğini düşünmemiz gerekiyor. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Wednesday, November 26, 2014

Tezgâhta ‘Varoluşun Dayanılmaz Hafifliği’

Siyasi İslamın yazarlarının düşünsel dün-yası, daha doğrusu gerçekliğin zihinlerinde oluşturdukları resmi (yazılarına yansıdığı kadarıyla) beni ürkütüyor. Çünkü bunlar, siyasi iktidardaki iradeyi temsil ediyor, onun düşündüklerini yansıtıyor, hatta onu yönlendiriyorlar.
Ne zaman bu yazarlardan birinin tarihsel jeopolitik analizlerini okusam aklıma, Gilles Deleuze’ün “Si vous êtes pris dans le rêve de l’autre, vous êtes foutu” (Başkasının rüyasına tutsak olmuşsanız, yandınız-“oyuldunuz”) sözleri geliyor: Hepimiz bu siyasal İslamın rüyasında (projesinde) tutsak olmuş gibiyiz. Bu proje onlar için yüzyıllık bir “rüya” ama geri kalan için uyandığında bile, kendini kaçınılmaz olarak bir enkazın altında bulacağından, çeşitli biçimlerde daha uzun süre devam edecek bir kâbus...

Bu sorunun iki boyutu var. Birincisi bu “proje”yi destekleyen gerçeklik tanımlaması (zihinlerdeki resim) çok yanlış; her pratik dönemeçte, “praksis” denemesinde tökezliyor, beklemedikleri sonuçlara yol açıyor. Ancak onlar, “bu kez farklı olacak” beklentisiyle yaptıklarını yapmaya, aynı hatayı tekrarla-maya devam ediyorlar; aynı sonucu aldıkça da, daha fazla dayatmaya, realiteye uyum sağlamaya çalışmak yerine, realiteyi projeye uydurmak için daha fazla simgesel, fiziki şiddet uygulamaya çalışıyorlar: Tüm engelleri ortadan kaldırır, tüm kafa karıştıran, tereddüt yaratan, lidere olan güveni sarsan sesleri kısar, tüm etkenleri kontrol altına alırsak, irademiz tümüyle özgür kalırsa... O zaman farklı olacak... 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Wednesday, November 19, 2014

Amerika’yı Yeniden Keşfetmek...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Amerika’yı Columbus’tan önce Müslüman denizciler keşfetti” iddiasıyla şaşkınlık yarattı. Bir an için bu iddianın doğru olduğunu varsaymak ilginç olabilir diye düşündüm.
Aklıma ilk önce, bu iddiayla tepetaklak olan “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok”
deyimi geldi. Düşünsenize, Amerika ilk keşfe-dildiğinde tarihin akışı hiç etkilenmemiş. Ama Columbus Amerika’yı yeniden keşfettiğinde hem  o kıtadaki halkların yaşamlarını altüst edecek, hem de dünyanın geri kalanında kapitalist uy-garlığın gelişmesini hızlandırarak Afrika’yı, Arap halklarını sömürgeleştirilmeye, az gelişmişliğe mahkûm edecek bir süreç başlamış. İlk keşfi bir işe yaramadığından, Amerika’nın ikinci kez keşfedilmesi gerekmiş.

Öyleyse bu pratikte bir işe yaratılamamış olayla övünmeye kalkmak ne anlama geliyor? Bu sorunun cevabı, bence siyasal İslamın, “Batı” karşısındaki iktidarsızlığına katlanmasını kolaylaştıran “Batı uygarlığı çürüyor. Bu uy-garlığa karşı tek alternatif Müslümanlıktır!” fantezisinde yatıyor.

(...) 
Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, November 12, 2014

Topal Demokrasi

Hayır, Türkiye’den değil ABD’den söz edeceğim. Türkiye, çoktandır, “topal” ötesi bir yerde.
 
Pazartesi yazımda, ABD ara seçimler-inde Cumhuriyetçi Parti’nin zaferi üzerine düşüncelerimi paylaşmıştım. Karşımızda dünyanın askeri açıdan en güçlü ülkesinde, dünyanın kritik bir döneminde bir “topal ördek” başkandan çok daha öte bir sorun var: Bir “topal demokrasi”...
Bu demokrasi “topal”; çünkü Profesör Michael Glennon’un pazartesi yazımda aktarmaya başladığım “Çift Hükümet” kitabında ayrıntılı olarak belgelendiği gibi, Amerikan halkı gerek kendi yönetimleri gerekse de uluslararası sorunlar konusunda ilk anda hayal edilemeyecek kadar cahil ve ilgisiz. Bu kesim, geçen hafta salı günü seçim sonuçlarının gösterdiği gibi, kimi zaman sandığa bile gitmek istemiyor. İkincisi, seçimler sırasında yeniden canlanan tartışmalar adayların çok büyük, kaynağı açıklanmayan mali destekler (“karanlık para” kavramı kullanılıyor) aldıklarını gösteriyor. Nihayet, Prof. Glennon’un kitabında, insanın ağzını açık bırakacak biçimde sergilenen kaynakların gösterdiği bir gerçek var: Aslında iktidar, televizyonlarda, merasimlerde, uluslararası gezilerde görünen, yasama-yürütme-yargı organlarının başına seçimlerle gelip gidenlerin elinde değil, sayıları bine ulaşan, ileri derecede eğitimli, halkın cahilliğinden, iradesini ifadelerinden adeta nefret eden üst düzey bürokratların yönettiği bir iç ve uluslararası güvenlik aparatının elinde.

Cehalet, para ve güç 
 (...)
Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, November 05, 2014

Çok İyiydi, Çok Kötü Oldu

İnsan aklı bir garip; “özgür çağrışım” ilgisiz şeyleri bir anda birbirine bağlayıveriyor.
Geçmişte AKP’yi destekleyen ama şimdi çok pişman liberal eğilimli kimi yazarların, geçen hafta, AKP ve Davutoğlu üzerine “eskiden çok iyiydi şimdi çok kötü oldu” türünden övgü, yergi, yönlendirme umudu dolu yazılarını okurken “No country for old man” filmini düşündüm.

Vizyona “İhtiyarlara Yer Yok” başlığıyla girmiş. Ben “İhtiyarlara göre ülke değil” başlığını tercih ederdim. Neyse... Esas değinmek istediğim, bu filmin bir sahnesinde uyuşturucu kartelinin katili Chighurg’un (Javier Bardem), profesyonel katil Wells’e (Woody Harrelson) yönelik sözleri: “Hayatında uyduğun kurallar seni buraya getirdiyse. Bu kurallar ne işe yarar?” Bu sözleri biraz değişmiş biçimde anımsadım: “Hayatında attığın adımlar seni buraya getirdiyse”... 

(...)

Bir Anglosakson değişiyle bitirelim: Beni bir kere kandırırsan sana ayıp. İki kez kandırırsan bana...

Yazının devamını okumak için tıklayınız 

Wednesday, October 29, 2014

‘Demokrasi’ Masalı Biterken...

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana bir eşiğin daha aşıldığını düşünüyorum. Şimdi, ortaya çıkmakta olan şeyin adını koymak kolay değil. Ancak bu “şey” giderek, geçen yüzyılda örneklerini gördüğümüz totaliter (faşist) rejimleri daha fazla anımsatıyor. Bu konuda, Samir Amin’in Monthly Review dergisinde yayımlanan “Çağdaş Kapitalizmde Faşizmin Geri Dönüşü” makalesi bize yardımcı olabilir. 

(...)

Yazının devamını oumak için "tık"layınız 

Wednesday, October 22, 2014

Piyasalarda ‘Panik Atak’ - II

Pazartesi günü yazımı bitirirken, bu madalyonun öbür yüzünde de yüksek işsizlik, düşük ücretler, devlet sosyal harcamaları kısarken oluşan açığı özel sektörün (özelleştirmelerin) doldurmaktaki “başarısızlığı”, hatta savaş harcamalarının dayanılmaz cazibesi var saptamasını yapmıştım.
Piyasaların “likidite enjeksiyonuna bağımlılığının” arkasında yattığını düşündüğüm “yapısal bozukluklara”, pazartesi yazımda değinmiştim. Devam etmeden önce, Financial Times gibi mali piyasalara yakın yayınlarda pazartesi günü rastladığım kimi değerlendirmeleri kısaca aktarmak istiyorum.
(...)

"Bu ekonomik ilişkileri yönetebilecek tek sınıf yönetemediğine, korkutucu seçenekler aramaya başlayabileceğine göre, hem bu sınıftan hem de bu ekonomik ilişkilerden kurtulmak gerekmiyor mu?"

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, October 15, 2014

‘Sıfır Mantık’

Bu başlığı, Lübnan’da yayımlanan The Daily Star gazetesinin başyazısından aldım.
Bu başyazı, “Hem barış sürecini son nefesime kadar sürdüreceğim diyeceksin hem de sınırın hemen ötesinde... Ayn el Arab’da (Kobani’de) yaşayanların acılarını görmezden geleceksin…. Bunu belki Erdoğan’ın Müslüman Kardeşleri’nin iç çevresindekiler anlayabilir; ama başka kimse ciddiye almaz” diyor. Ekliyor, “Türkiye’nin Kobani politikası, Ankara’nın sıfır sorun politikasından sıfır mantık politikasına geçiş riskine işaret ediyor”.

Bu anlamlı saptamaya karşın, Star’ın yazıişlerinin de bizde pek yaygın bir hastalıktan mustarip olduğunu düşündürüyor.

 (...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, October 08, 2014

Sykes- Picot’dan Sonra

Nefret etmeyi sevdiğimiz bir anlaşma Sykes-Picot. Emperyalizmin çizdiği sınırlar filan... Ancak şeytanın “Ne dilediğine dikkat et, bakarsın gerçekleşir!” uyarısını da unutmayalım...

Nilgün Cerrahoğlu cumartesi günü IŞİD’in “Sykes-Picot sınırlarını ortadan kaldırdık iddiasını” aktarıyordu. Öyle ya şimdi IŞİD sayesinde Irak’tan Suriye’ye sınırlara takılmadan geçebilirsiniz. Tabii, bu olanaktan yararlanabilmek için öncelikle Sünni Müslüman olmanız, “Halife”nin iktidarını tanımanız ya da çok yüksekten uçmanız, çok yükseklerden gelen bir bombanın kurbanı olacak kadar şanssız olmamanız gerekiyor.

Sykes-Picot’nun çizdiği sınırlar, homojen toplulukları bölen, birbirinden farklı, hatta düşman toplulukları birleştirmeye çalışan, çoğunluğu azınlığın yönetimi altına hapseden yapıntılardı. Hafız Esad, Saddam Hüseyin gibileri bu “çorbadan” bir “hayal edilmiş topluluk” (ulus devlet) çıkarmak için ellerinden geleni üstelik de “abartarak” yaptılar. Bir ulusun ortaya çıkması için ekonomi, kültür ve tarih birliği gerekli ama yeterli değilken, bunların bazılarının eksik olduğu bir yerde, zorla ulus hayal ettirme çabaları tabii ki yeterli olmayacaktı.

ABD Saddam’ı devirdi, Suriye’de Batı, siyasal İslam, barışçı, demokratik, yenilse bile, Arap isyanları ikliminde, rejimi reformlara zorlama olasılığı yüksek bir başkaldırıyı silahlandırınca bir iç savaş başladı. Her iki ülkede de Sykes-Picot sınırlarını yırttı. Ancak bu yırtığın içinden önce mezhep savaşları, Sünni üstünlüğü ideolojisi sonra da IŞİD canavarı çıktı.

Tabii bu öyküye, küreselleşmeciliğin ulus devlet düşmanlığını, ulus devlet tutkunlarının da “farklı” kimliklerin özgürlük, hak talebini, emperyalizmin komplosu olarak gören paranoyasını da eklemek gerekir. 

‘Savaş Lordları’ düzenine doğru

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, October 01, 2014

Cumhuriyetçi Muhalefet ve Kobani

Türkiye’de siyasal İslamın yükselişine her aşamada direnmeye çalışan Cumhuriyetçi muhalefet, laik demokratik bir ülkede yaşamak istiyor. Ülkenin bölünmesinden korkan Cumhuriyetçi muhalefet, her şeye karşın son yıllarda Kürtlerin sorunlarını, arzularını gittikçe daha iyi kavrıyor; “kardeşimiz”, “et tırnaktan ayrılmaz” gibi ifadelerle Kürtlerle birlikte yaşamak istediğini her fırsatta vuruluyor.

Şu günlerde, Kobani’de bir olay yaşanıyor. Cumhuriyetçi muhalefetin laiklik, ulusalcılık, demokrasi, kadın erkek eşitliği, bireysel özgürlükler, modernite gibi temel değerlerine tümüyle karşı olan siyasi İslamın en radikal, en ölüm tutkunu kanadı IŞİD, Kürtlere, kendi topraklarında saldırıyor. Buna karşı en dikkatsiz bakışlar bile Kürtlerin laiklik, ulusalcılık, demokrasi, kadın erkek eşitliği, bireysel özgürlükler, modernite gibi değerleri benimsediklerini, bu değerleri bu karanlık çetelere karşı, kız ve erkek gençlerinin kanı ve canıyla savunduklarını görebiliyor.

Kobani düşerse siyasi dengelere ne olur, sorusunun korkutucu cevabı bir yana, salt insani kaygılar, paylaşılan değerler ve tarihi sorumluluklar, Cumhuriyetçilerin Kürtlere bu savaşta destek olmalarını, onları savunmalarını gerektiriyor. Bu kadar ortak değer varken, uzun yıllardır salt farklı ulusalcılıkları benimsedikleri, adeta bir madalyonun iki farklı yüzü oldukları için savaşmak ve kan dökmek durumunda olan bu iki taraf, ulusalcılığın salt bölücü değil, aynı zamanda etnik etiketten kurtulmasına olanak verecek uygun biçimler altında birleştirici, yaşam inşa edici, bu yaşamı koruyucu olabileceğini görmeleri gerekiyor. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, September 24, 2014

Restorasyon - Korporasyon - ‘İD’

Davutoğlu’nun parti başkanlığını devralırken tutkuyla vurguladığı “restorasyon” süreciyle, diplomatlarla ilgili olarak “iki devletin müzakeresi sonucu bırakıldılar” ifadesi arasında bağlar var gibi geliyor bana. Bu bağlar üzerinde, “halifenin” kurmaya çalıştığı, Başbakan’ın “iki devletin müzakeresi” ifadeleriyle “devlet” olarak tanımladığı ve tanıdığı şeyle, restorasyonun gündeme getirdiği “devlet” arasındaki benzerliklerden hareketle düşünmeye başlayabiliriz sanırım.

(...)
Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, September 10, 2014

Yarın 11 Eylül

13 yıl önce bugün, özel olarak New York’ta genel olarak dünyada yaşam son birkaç yıldır gittiği yönde gidiyordu. Son yılların en önemli olayları Asya Krizi’nin, Kosova savaşının yankıları sönümleniyordu. “Süper devlerin” yönetiminde yeni seçilmiş, seçim kampanyalarında, Clinton yönetiminin uluslararası maceralara merakına karşılık, içe dönmeye kararlı olduğunu vurgulayan G.W. Bush yönetimi vardı.
Ertesi gün New York’ta iki yolcu uçağı ikiz kulelere, Washington’da bir yolcu uçağı Pentagon binasına çarptı... Tarih yeni bir yöne döndü...

(...)

Yazının devamını okumak için "tık" layınız 
 

Monday, September 08, 2014

‘Eski Düzen’in Krizi ve Yeni Model Savaşlar

Henry Kissinger’in, geçenlerde, biri Wall Street Journal’da (29/08/14) biri de Sunday Times’da (31/08) iki denemesi yayımlandı. Kissinger’ın ilk denemesi,“Modern dönemi belirleyen düzen konsepti kriz içinde” saptamasını oluşturuyor. İkinci denemesi bu parçalanmanın Orta Afrika’dan Ortadoğu’da, İslam dünyasındasergilediği dinamikler üzerinde duruyor.
(...)

Yazının devamını okuöak için "tık"layınız

Wednesday, September 03, 2014

Yeni Türkiye Projesi

Maddi-tarihsel zemini yadsıyarak tasarlanmış bir toplumsal proje, bir fantezi olmaktan öteye gidemeyeceği gibi, yalnızca fiyaskoyla sonuçlanmakla kalmaz, aynı zamanda dayatıldığı toplumda, büyük felaketlere yol açar. “Yeni Türkiye” böyle bir projedir.

Bu proje (aslında fantezi) Tayyip Erdoğan’da liderini (şimdilik), Davutoğlu’nun 1993’ten bu yana değişmediği anlaşılan düşüncelerinde teorik gerekçesini, siyasal İslamın entelijansiyasında (seçkinlerinde) taşıyıcılarını buluyor. Yeni Şafak gazetesi de Davutoğlu’nun Başbakan olarak atanmasını, bu proje içinde tarihsel bir eşiğin aşılması olarak görüyor. 

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, August 27, 2014

Yeniden: İç Dinamik - Dış Dinamik

AKP liderliğinde siyasal İslam, hükümete gelir, devleti yeniden biçimlendirmeye başlarken gelişmeler, “iç ve dış dinamiklerin çakışması” olarak açıklanıyordu. Bu açıklamayı, içerde demokratik reformlar, dışarda Avrupa Birliği üyeliği anlamına gelen “uyum sağlanması gereken” bir “değişim” fantezisi destekliyordu. 

Bu “çakışma” Türkiye’nin laik, demokratik, cumhuriyetçi, hatta sosyalist kesimleri, ama özellikle kadınları açısından tam anlamıyla bir trajediye yol açtı. Bu çakışmayı destekleyen fantezi “geçekleşirken”, “reisin” işine gelmeyen yasaların askıya alınmasının yanı sıra en son Ceyda Karan’a, Amberin Zaman’a yönelik ağır cinsiyetçi saldırılarda (“Melis Alphan, Şirin Payzın, Selin Girit, Tuğçe Tatari, Banu Güven, Nuray Mert, Ece Temelkuran”ı da unutmadan) sergilenen dil ve duyarlılıklar bağlamında, dayanılmaz bir müstehcenliğe dönüştü... 


Yine bir “iç dinamik dış dinamik çakışması”na tanık oluyoruz. Ne yazık ki bu tekrar, bu kez bir komediye dönüşecek gibi görünmüyor. Aksine bu tekrarın ufkunda, birinci “çakışmanın” getirdiği trajediyi derinleştirecek, ortaya çıkan müstehcenliği çeşitlendirerek yaygınlaştıracak çok daha büyük bir trajedi var. 


Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, August 20, 2014

Bilmece, Gizem ve Enigma Olarak IŞİD



IŞİD, katliam, soykırım, toplu tecavüz, kölecilik, talan gibi ortaçağ uygarlıklarının vahşetini aratmayan taktiklere, bunları gururla, bir vahşet pornografisiyle sergileyen propaganda yöntemlerine dayanarak Irak ve Suriye topraklarında bir “devlet” kurdu, halifelik ilan etti. Bu kadar hızlı bir yükseliş, bu kadar büyük vahşet gösterisi, bu kadar cüretli bir iddia (halifelik) ister istemez akla Churchill’in ünlü sözünü getiriyor: Adeta, “Bir enigmanın (anlaşılamaz şey-E.Y) içindeki gizeme sarılı bilmece”...
(...)

Bence, IŞİD’i doğuran denklem, bir sorunun cevabı dışında, genel olarak tamamlanıyor: Neden dünyanın her bölgesinden genç insanlar IŞİD’e katılarak kendilerini adeta bir kıyma makinesinin içine atıyorlar, hem de şiddet pornografisine dayalı propagandaya karşın?  
(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, August 13, 2014

CHP, Aynı Hata İkinci Kez...

Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP’nin stratejisini ve adayını belirleyen kadro çok klasik bir hatayı ikinci kez yapmayı başardı. Buna karşılık, HDP’nin adayının aldığı sonuç doğru bir kampanyanın nasıl kurgulanabileceğini gösterdi.
(...)

Sarıgül’den - İhsanoğlu’na
CHP liderliği ise yine yanlış bir strateji belirledi. CHP liderliği Sarıgül’ü aday gösterirken yaptığı hatayı tekrarladı ve derinleştirdi. CHP liderliği, tabandan, partinin entelijensiyasından gelen uyarılara karşın bu yanlışta ısrar etti; sonuçta bir siyasi yenilgi daha yaşadı.  

(...)

Yazının tamamını okumak için"tık"layınız 

Wednesday, August 06, 2014

Kazanın İçindeki Kurbağa

Pazartesi yazımı, “Umarım, bu ‘Yeni normal: küresel kaos’, ‘iyi ulusalcılık’, ‘iyi emperyalizm’ tartışmalarının nereye gittiğini görüyorsunuzdur, kaosun yanı başında yaşayanlar olarak...” sorusuyla bitirmiştim. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu sorunun cevabına ilişkin pek umutlu değilim; hem küresel ölçekte hem de Türkiye bağlamında... 

Genel havamızı, gerek küresel çapta gerekse de Türkiye’de, yavaş yavaş ısınan kazanın içindeki kurbağanın durumuna benzetiyorum. Yaklaşık 15 yıldır su yavaş yavaş ısınıyor, biz de ısınmanın getirdiği rehavetin keyfini çıkarıyoruz. Serbest ticareti savunduk, neo-liberalizmin, internetin getirdiklerine, yeni haberleşme ve bilgi işlem teknolojilerine bayıldık. Bu “harika şeylerin” iklim, doğal kaynaklar, devletler arası ilişkiler, çalışan nüfus, mali piyasalar, bireysel özgürlükler, kişi özeli üzerindeki etkilerini düşünmek istemedik. 


Bu sırada Siyasal İslamın ılımlı kanadını destekledik, demokratikleşme, vesayetten kurtulma fantezileriyle... Ancak radikalizmin nasıl beslendiğini, militanlarına yaşam alanı açıldığını, aydınlanma geleneğine saldıran, postmodernizmin arkasından reaksiyoner aşiretçiliğin (dinci fanatizmin, etnik ulusalcılığın) geleceğini söyleyenlere kulaklarımızı kapadık.


Yazının devamını oumak için "tık" layınız 

Wednesday, July 30, 2014

Quo Vadis Netanyahu?

Natenyahu’nun İsrail ve Filistin halklarını sürüklemekte olduğu belirsizlik, aklıma “Quo Vadis?” (Nereye Gidiyorsun?) filmini getirdi. İsrail hükümetinin Gazze’ye düzenlediği kanlı saldırıların arkasında da bir “imparatorluk” düzeni, kendi saplantısına odaklanmış bir lider, hatta din savaşları var. Filmde, İmparator Neron inşaat projelerine yer açmak için Roma’yı yakıyor, din savaşları yaşanıyordu.

Bugün, “imparatorluk” (ABD hegemonyası) istikrarsız. Ekonomik sistem krizde, ABD düzen getiremiyor, sorun çözemiyor, politikalarına itirazlar, hatta tehditler giderek artıyor. “Barbarlar”, “Roma”dan eskisi kadar korkmuyor. “Roma”nın koruması altında olan ülkelerin de “Roma”ya güvenleri sarsılıyor.

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, July 23, 2014

Bir Semptom Olarak MH17

MH17 uçuş numaralı Malezya uçağının Ukrayna hava sahasında vurularak düşürülmesi, ABD destekli Avrupa ile Rusya arasında yaşanmakta olan gerginliğin taşıdığı çok tehlikeli potansiyelleri gözler önüne serdi. Şimdi başladıktan sonra nereye kadar gideceği belirsiz bir çatışma süreciyle karşı karşıyayız.

Bazı yeni bilgiler Önce pazartesi yazımda yer alan bilgilere ek bazı yeni bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Wall Street Journal’ın aktardığına göre, Ukrayna yönetimi Rusya yanlısı ayrılıkçı isyancıların elinde, yolcu uçaklarını da vurabilecek gelişmiş hava savunma silahları olduğunu olayın üç gün öncesinden biliyormuş. Wall Street Journal, Ukrayna havacılık yetkilileri bu bölgenin hava sahasını neden tamamen uçuşa kapatmadılar?” diye soruyor.
(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, July 16, 2014

Biraz da İnsanlığın Geleceği...




Yine ulus, mezhep, etnik grup çıkarları, siyasetçilerin ihtirasları, bölgesel sorunlar üzerinde yoğunlaştık. Tüm bunlar “gerçekçiliğin” bir gereği. Ne de olsa yaşamımızı bugünden yarına doğrudan etkiliyorlar. Ancak “gerçekçilik” var olanı veri alarak bizi bugüne hapsediyor, hayal etme kapasitemizi azaltıyor. Bu yüzden kimi zaman “gerçekçilikten” tatile çıkmaya çalışmak yararlı olabilir.

Bu bağlamda gidecek çeşitli yol seçenekleri var. Örneğin, kapitalizmin, kâr, verimlilik, işçiden kurtulmak için otomasyon saplantısının, doğal çevre üzerindeki etkilerinin geleceğini düşünmeyi deneyebiliriz ya da son dönemde gittikçe artan sıklıkta tartışma konusu olan yeni teknoloji, robotlar, “yapay zekâ” alanlarındaki tartışmaları ziyaret edebiliriz.

Ben, teknolojik gelişmeyle, genel olarak gelişmeyi neredeyse eşanlamlı gören bir kuşaktan gelmiş birisi olarak ikinci yolda tatile çıkmanın akıl sağlığıma iyi geleceğine inanıyorum. 
(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, July 09, 2014

‘İki Mesele Var’

Bölgedeki sınırları tanımadığını açıklayan bir İslam Devleti ve halifelik iddiasıyla karşı karşıyayız. Bu İslam Devleti’ni kuran, liderini halife olarak ilan eden IŞİD adlı hareket, kanlı eylemlerini sosyal medyada sergileyerek şok etkisi yaratıyor, bu yolla taraftar topluyor. Amerika’dan Avrupa’ya, Rusya’dan Uzakdoğu’ya, birçok ülkeden ihmal edilemeyecek sayıda genç bu örgüte katıldı, katılmaya devam ediyor. Bu örgüt, kendi İslam anlayışına uymayanlara karşı acımasız bir şiddet uyguluyor. Halife dünyanın her yerindeki Müslümanlara İD’yi tanımaya, halifenin iradesini kabul etmeye, uğrunda ölümüne savaşmaya çağırıyor.

Şimdi, malum fıkradaki gibi karşımızda iki “mesele” var. Ancak fıkrada meselelerden biri en kötü sonuca açılırken öbürü, “şimdi iki mesele var” diyerek devam ediyordu. Bizim durumumuzda, ne yazık ki meselelerin ikisinin de sonucu, aynı kapıya çıkıyor.(...)

Yazının devamını okumak şçşn "tık"layınız 

Wednesday, July 02, 2014

Ortadoğu’da Yeni Realite

Suriye ve Irak’ta özelikle geçen hafta yaşananlarla birlikte hızlanan gelişmeler karşımızda, bir süredir bir “yeni realitenin” şekillenmekte olduğunu düşündürüyor. Bu “yeni realite” salt bu iki ülkeyle sınırlı kalmayacak, yakın gelecekte tüm Müslüman dünyasını, hatta ABD ve Avrupa’yı şiddetle etkileyecek, (Türkiye’yi unutmayacağına emin olabilirsiniz.) potansiyellere sahip.

(...)
Yazının devamını kumak için tıklayınız 

Wednesday, June 25, 2014

CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı Üzerine Bir Not

CHP’nin, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak MHP ile birlikte saptamış olması, CHP saflarında, genel olarak “sol” hareket içinde gerginlik yarattı.
CHP’nin adayını belirleme biçimi, seçim konjonktürü bağlamında, ilkesiz pragmatizm, daha yumuşak bir ifadeyle hesap hatası olarak görülebilir. Ancak adayın özellikleri çok daha önemli bir soruna işaret ediyor.

‘Siyaset rejimi’ 
Bu önemli sorunu“siyaset rejimi” kavramının yardımıyla irdeleyebiliriz. (Bu kavramı, devletin yapısına gönderme yapan “rejim” kavramından farklı bir anlamda kullanıyorum.) 
(...)

Wednesday, June 18, 2014

Altüst Oldu ‘Hesaplar’...

Aslında bir süredir “hesap” filan yoktu. AKP Türkiyesi’nin dış politika fantezilerini destekleyen illüzyonlar vardı o kadar. 

Ortaçağın Haçlı ordularının vahşetini aratmayan IŞİD, Musul’u, bazı Irak kentlerini, Irak’ın en büyük rafinerisini, bu arada yüzlerce insanı infaz ederek ele geçirince, ABD dış politika çevrelerinde “şafak attı”. Aslında, “şafak attı” demek de doğru değil. Çünkü ABD’li bir Irak uzmanı ve CENTCOM Danışmanı Prof. Derek Harvey,David Ignatius’un aktardığına göre “IŞİD, Musul’un kontrolünü aslında iki ay önceele geçirdi”... “Geçen hafta IŞİD’in yaptığı, bu süreci tamamlamak, adeta çürük ağacı devirmek oldu” (Washington Post 14/06) diyormuş.

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, June 11, 2014

Dünyanın V. Köşesi (II)

Pazartesi yazımda “Dünyanın V. Köşesi” olarak nitelediğim İslamcı-cihatçı terörist hareket, ABD ve AB dış politikasının önemli konularından birini oluşturuyor. 

Geçen günlerde bir intihar saldırısındaki teröristin ABD vatandaşı oluğunun anlaşılmasından, Belçika’da bir sinagoga yönelik, bir Fransız vatandaşı tarafından gerçekleştirildiği anlaşılan silahlı saldırıdan sonra tartışmalar yoğunlaştı. Pazartesi yazımda değindiğim Rand Corporation raporu; Al Monitor’un El Safir gazetesinden aktardığı Gilles de Kerchove söyleşisi, Mustafa Tlili’nin, The New York Times’da yayımlanan denemesi, Batı’nın nihayet durumu kavramaya, siyasal İslamın ılımlı ve radikal kanatları arasında bir ayrım yapmaktan vazgeçmeye başladığını düşündürüyor.
(...)

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Wednesday, June 04, 2014

‘Gezi Olayı’ ve ‘XI. Tez’

Gezi Olayı’nın 1. yılında “Filozoflar dünyayı yalnızca, çeşitli biçimlerde yorumladılar. Esas önemli olan değiştirmektir” diyen “XI. Tez”in (“Feuerbach üzerine tezler” K. Marx) uyarısını bir kez daha anımsamak yararlı olabilir. 

“Gezi” sözcüğünün yanına çeşitli, “isyan”, “direniş”, “hareket” gibi betimlemeler konularak anlamlandırılmaya çalışılan toplumsal sarsıntıyı ben, “Olay” kavramı kapsamında analiz etmeye çalışmıştım. “Gezi Olayı”nın ardından “Ne oldu?”, “Neydi?”, “Bitti mi?”, “Tekrarlanabilir mi?”, “Peki ne değişti” sorularını hep birlikte cevaplamaya çalıştık, hâlâ da çalışıyoruz. Bu durum verili bilgi sisteminin içine bir delik açan yeni soruları getiren “şey”lere ilişkin “olay” kavramının kullanımını da destekliyor.

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, May 28, 2014

Tarih Olarak Bazı Güncel Olaylar

Tarih, olaylarla aramıza bir mesafe koyar; “uzaktan” bakınca, ayrıntılar kaybolur, ana çizgiler belirginleşir, aralarındaki ilişkileri değerlendirebilme şansı oluşur. 
Son aylarda, izlediğimiz, örneğin, Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları, Tayland askeri darbesi, Boko Haram ve El Şebap saldırıları gibi kimi olaylara aramıza mesafe koyarak bakabilir miyiz? 

Hatta, bir adım daha geri çekilerek, küreselleşmenin, finansallaşma aşamasının krizini, bu krizle birlikte yoğunlaşan işsizlik, gelir dağılımı bozulması, yoksullaşma, eşitsizlik, küresel ısınma bağlamında gıda fiyatları tartışmalarını resmin içine alabiliriz. O zaman göreceğiz ki, bu tartışmalara neden olan gelişmelerle, önceki paragrafta dikkat çektiğim olaylar arasında çok yakın bir nedensellik ilişkisi kurulabilir.


Yazıyı okumak için" tık"layınız

Wednesday, May 21, 2014

Felaketin Ertesinde

Soma felaketi anlaşılması, açıklanması zor, kabul edilmesi olanaksız bir sarsıntıyla büyük bir toplumsal travma yarattı. 

Bu,
felaketin yasının tutularak, tarihe terk edilebilmesi (travmanın aşılabilmesi) için, gerek doğrudan etkilenenlerin, gerekse de toplumun bilincinde anlamlandırılması, öncelikle “adalet” duygusunun tatmin olması, sonra tekrarını önleyecek adımların atılmakta olduğu konusunda bir mutabakatın oluşması gerekecektir. Felaket karşısında oluşan çaresizlik, edilgenlik, değersizleştirilmişlik duygusu, doğrudan etkilenenlerin, toplumun bilincinden, simgesel sisteminden silinmelidir. Bu temizliğin, iyileştirmenin, bir anlamda “tedavinin” gerçekleştirilebilmesi için, öfke, acı, haklı haksız suçlamalar serbestçe ifade edilmeli, felaketin tüm boyutları, veçheleri, ilgili neden-sonuç zinciri açıkça tartışılmalı “yaşanmış olan şey” tümüyle saydamlaştırılmalıdır.

Bugünkü siyasi iktidar bu “temizliği”, toplumsal iyileştirmeyi gerçekleştirebilir mi? Ben, gerçekleştiremeyeceğini, aksine uyguladığı, susturucu baskı ve şiddetle bir “blokaj” oluşturduğunu düşünüyorum.

(...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, May 14, 2014

Nijerya’da Neler Oluyor?

Yaklaşık bir ay oldu, İslamcı terörist Boko Haram tarafından kaçırılan kız çocuklarının kaderi hâlâ belli değil ama şu belli: Nijerya “zamanın gürültüsü”nün tüm tonlarını taşıyor:

Liste uzun ama kısaca deneyelim: Enerji üreticisi ama gittikçe istikrarını kaybeden büyük bir ülke; zengin ve yozlaşmış egemen sınıflar; petrol denizinde yakıt sıkıntısı yaratacak kadar kötü bir yönetim; yoksul bir halk. Petrol üretimine çöreklenmiş uluslararası tekeller; petrol üretiminin atıklarının bir yandan, küresel ısınmanın öbür yandan yaşanmaz hale getirmeye başladığı topraklar; hızla kuruyarak küçülen Çad Gölü’nden geçinmeye çalışan dört ülkeden 30 milyon insan; kuraklıktan ve ekolojik krizden yaşamları altüst, köyleri ve hayvan sürüleri perişan kabileler üzerinde güçlenen, gelişen bir dinci-terörist hareket. (Emmanuel Mayah, Africa Review, 24/02/12)
Sonra büyük güçler filan ...
 (...)

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, May 07, 2014

‘İmparatorluk’, Kan, Gözyaşı

Geçen hafta Prof. Arno Mayer, Counter Punch’daki yazısında, Gibbon’un, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü ayrıntılı biçimde analiz eden ünlü yapıtını anımsatıyordu. Gibbon, yapıtında “Geriye bir soru daha kalıyor: Nasıl bu kadar uzun süre ayakta kalabildi?” diye yazıyor, cevap olarak da “şiddet ve savaşın” bu çöküşü geciktirmekte önemli rol oynadığını saptıyormuş. Bu yazımın başlığı Gibbon’u anımsayınca oluştu. Yine gerileyen bir “imparatorluğun” çıkardığı savaşlardan, uyguladığı, tetiklediği şiddetten, entrikalardan kaynaklanan kan ve gözyaşına tanık oluyoruz. 

(...)
Yeni Delhi’deki Politika Araştırmaları Merkezi’nden Prof. Brahma Chellaney Project Syndicat’da yayımlanan “Asya’da Alarm Zilleri” başlıklı yorumunda, ABD’nin Asya’daki geleneksel müttefiklerinin güvenini kaybetmeye başladığını vurguluyordu. Prof. Chellaney “Asya ülkeleri geçen iki yıl üç kez sarsıcı biçimde uyandırıldılar” diyor.
 
(...)
 
Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, April 30, 2014

Yarın 1 Mayıs!

Yarın, toplumun gerçek “mağdurları” eşitlik, özgürlük, dayanışma arzularını dilegetirmek, tarihte bu arzular uğruna verilen mücadeleleri, yapılan fedakârlıkları, çekilen acıları anmak için Taksim Meydanı’nda toplanmayı planlıyorlar. Başbakan da buna izin vermeyeceğini açıklamış bulunuyor. 
(...)

Şimdi karşımızda, demokratik haklarını kullanmak isteyenlere “şımarıklık etmeyin”diyen bir Başbakan; internet yasaklarını, MİT Yasası gibi baskıcı yasaları hızlaonaylayan bir Cumhurbaşkanı, “AKP 500 yıl kalacak” diyen bir Dışişleri Bakanı, AYM Başkanı’nın anayasayı, hukuk devletini anımsatan konuşmasını adeta suratlarına atılmış tokat gibi algılayan bir TBMM Başkanı, tüm muhalefet mekânlarını kapatmaya kararlı bir hükümet var. 
(...)

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, April 23, 2014

Ukrayna Krizinin Aynasında...

Ukrayna krizi ABD’ye, Rusya karşıtlığı üzerinden uluslararası hegemonyasını restore etme şansını getirmiş gibi görünüyordu (Godot Geldi Galiba, 31 Mart, 2014). Pazartesi günü, New York Times’da Peter Baker de, Başkan Obama’nın “Putin Rusyası’nın dış dünyayla ekonomik, politik bağlarını keserek, yakın çevresinde genişleme heveslerini sınırlayarak, fiilen bir parya devlete dönüştürmeyi planladığını” aktardı.

Bu strateji Rusya’ya karşı bir uluslararası mutabakatın kurulmasını gerektiriyor. ABD, Batı medyası da, Ukrayna krizi Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesine yol açtığından bu yana sürekli “uluslararası topluluk”, “Rusya tecrit oldu” gibi propaganda kalıplarını tekrarlıyorlar.

Devler arası sistemin koşulları, dün ABD’nin, gerileyen uluslararası üstünlüğünü, bir imparatorluk projesiyle korumasına olanak vermemişti. Prof. Niall Ferguson’un değimiyle, Neoconlar Irak’ta, neoliberaller de mali krizde boylarının ölçüsünü almışlardı.” Gelişmeler, Obama’nın da imparatorluk projesinin enkazı üzerinden ABD hegemonyasını restore etmesine izin vermedi. Mali krizin etkileri altında, uluslararası dengeler daha da karmaşıklaştı, bugün Rusya’yı tecrit etme politikası üzerinden ABD hegemonyasını restore etme projesinin de pek bir şansı yok.

Yazının devamını oumak için "tık"layınız 

Wednesday, April 16, 2014

Bir Dönüşümün Eşiğinde - II

Pazartesi yazımda, uygarlığın geleceği, küresel ısınma ve iklim değişikliği üzerine iki önemli araştırmanın çok kritik bulgularını aktardım. Sonra da Thomas Pikkety’nin büyük yankı uyandıran “21. Yüzyılda Sermaye” başlıklı çalışmasını (açıkçası, yansıttığı anksiyeteye dikkat çekmek için) çok kısaca aktardım.

Şimdi bu resme, Goldman Sachs’ın baş ekonomistiyken BRICS kavramını yaratan Jim O’Nneil ile Bruegel Enstitüsü uzmanlarından Alessio Terzi’nin birlikte hazırladıkları, Bruegel Enstitüsü tarafından yayımlanan “Ticaretin değişen kalıpları Avrupa ve dünyanın değişmeyen yönetişimi” (Changing trade patterns, unchanging European and global governance) başlıklı çalışmalarını eklemeye çalışacağım. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, April 09, 2014

Çılgınlığın Tanımı

Einstein, bir seferinde, çılgınlığı, “bir hareketi tekrar tekrar, her seferinde öncekilerden farklı sonuç almayı umarak, ısrarla yapmaya devam etmek” olarak tanımlamıştı. Günümüzde uygarlığı yönetmeye çalışanların akıl durumu bu tanıma çok uyuyor. 

(...)

Okumaya devam etmek için "tık"layınız

Wednesday, April 02, 2014

Seçim Sonuçlarından Çıkardıklarım…

Seçim gecesi iki farklı haber ajansı, iki farklı eğilime işaret eden veriler yayımlamaya devam ettiler. Anadolu Ajansı, ilk kez seçim sonuçlarını vermek gibi siyasi bir sürece katıldı. Sıra dışı sıklıkta elektrikler kesildi. Çok sayıda hile ihbarı yapıldı. AKP İstanbul ve Ankara’yı az farkla da olsa elinde tuttu. 

Bu yerel seçimlerde AKP’nin aldığı oylar; ister 2011’de, ister 2009’da aldıklarıyla karşılaştıralım, iki şeye tanıklık ediyor: Birincisi “Gezi Olayına”, 17 Aralık skandallarına, en son dinleme olayına karşın AKP’nin seçmeni yorulmamış, partisine sadakatini kaybetmemiştir. İkincisi AKP elindeki olanakları, seçim sonuçlarını etkileyecek yönde etkin biçimde kullanmayı başarmıştır.

Bir ‘sadakat’ sorunu 

AKP dönemi başladığından bu yana, tüm seçimlerde hep AKP’ninmomentumunun kırılmasının önemini vurguladım. Çünkü momentum sürdükçe bir başka şey güçlenerek ilerliyordu: AKP yönetimi altında, bu herhangi bir parti değil de bir toplumsal hareketin mızrak başı olduğundan, egemen kılmayı amaçladığı yeni “hakikat rejimi”nin, beden-nüfus politikasının (biopolitik), bilgi denetim süreçlerinin yarattığı etkilerle toplumda sıradan Müslüman (mütedeyyin) kimlikten farklı yeni bir “kimlik” şekilleniyordu.

(...)

Wednesday, March 26, 2014

Kitleler ve Diktatörler

Mısır’da, iki duruşmalık bir yargılamanın ardından pazartesi günü 529 Müslüman Kardeşler üyesi idama mahkûm edildi. Salı günü 700 sanıklı yeni bir dava başladı. Mısır egemen sınıfları (ki ordu da bu sınıfların bir parçası) Mübarek öncesi iktidarı, her türlü örgütsel ve kitlesel muhalefeti yıldırarak restore etmeye kararlı. Tahrir Meydanı’nda Ocak 2011 “devrimini” yaşayanlar açısından acı bir durum. 
Mısır tek örnek değil. Doğu Bloku çökerken, kitleler çürümüş iktidarlara karşı Fransız Devrimi sloganlarıyla ayaklanıyorlardı. Kalkan toz duman yatıştığında, kamu malları talan edilmiş, hırsız oligarklar devleti ele geçirmiş, dünün yöneticileri bugünün egemen sınıfları oluvermişti. İfade, seyahat özgürlüğüyse tüketme özgürlüğüne indirgenmişti, o da paraya bağlıydı. 
 
Ukrayna’da 2004-2005 Portakal “Devrimi” bu düş kırıklığına bir tepkiyi dile getirdi. Dışardan dejenere olana kadar manipüle edildi. O da bir hırsız grubunu devirdi, ama onların yerine daha becerikli, daha açgözlü hırsızlar geldi. Geçenlerde Kiev’de aynı senaryo yeniden yaşandı. Bu kez, faşist fanatikler yönetime sızdı, ülkenin bir kısmı ayrılıp başka bir ülkeye katıldı. “Maidan” niye oldu? Ölenler niye öldü.. diye soranlara hak vermemek elde değil. 

 
Bunlardan ne “toplumsal olaylar” yararlı sonuçlar üretmiyor sonucu, ne de “hadi bir daha, daha iyisini yapalım” sonucu çıkar.


Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, March 19, 2014

İsyanlar Boşuna Değil: Uygarlık Tehlikede

(...)

İsyanların arkasında proleter gençliğin (Gerek klasik işçi sınıfından, gerekse yeni “orta sınıf”tan olsun...) adalet ve özgürlük talebi var. Kapitalist uygarlık gençlerin yaşamlarını bu ilkelere uygun biçimde yönlendirmelerine olanak verecek bir ilke sunamıyor. Aksine bu uygarlık, hızla bir çöküşe doğru koşuyor.
Bu sonuncusunu ben söylemiyorum, ABD’nin uzay araştırmaları kurumu NASA’nın finanse ettiği bir çalışma, endüstri uygarlığının (Siz kapitalist olarak okuyabilirsiniz.) on yıllarla ölçülecek kadar kısa bir süre içinde geri çevrilemez bir çöküşe gittiğini ortaya koyuyor.


(...)

Yazının tamamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, March 12, 2014

Yine Bir Şey mi Olacak?

Aralık ayında, mali piyasa analistlerinin bloglarında, ABD borsasının 1929’daki ani çöküşünü, günümüzdeki borsa grafiğiyle karşılaştıran ilginç bir grafik dolaşıyor, yeni bir borsa balonu oluştuğundan söz ediliyordu. Bu yıl 26 Ocak’tan bu yana dünyanın çeşitli yerlerinde toplam 10 üst düzey bankacı şüpheli koşullar altında öldü. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, March 05, 2014

Bir Semptom Olarak Ukrayna

Ukrayna krizinde ortaya çıkan trajikomik, hatta absürd durumlar acaba neyin semptomu?
ABD Dışişleri Bakanı Kerry, NBC televizyonuna konuşurken, “Gidip bir ülkeyi sahte gerekçelerle işgal edemezsiniz” demiş. Kazanın tencereye dibin kara demesine benziyor...

Ukrayna’da halk, bir hırsızlar sürüsüne karşı “yeter artık” diyerek sokaklara döküldü. Şimdi, hırsız oldukları için bir önceki seçimlerde halktan oy alamamışlardan oluşan “kerameti kendinden menkul” bir hükümet var; Ukrayna’nın en zengin oligarklarını, ekonomik açıdan önemli bölgelerin başına yönetici olarak atıyor. 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız 

Wednesday, February 26, 2014

Meydan Var, Maidan Var Ama Halk da Var

Kiev’de yaşananlar “Gezi”yi çağrıştırınca hemen iki kanaat oluştu: Maidan “Kiev’in Gezisi”dir. Maidan emperyalizmin oyunudur.

Bir üçüncü yaklaşımı Deniz Yıldırım (Birgün), Fatih Yaşlı (SoL) dile getirerek, ülkenin özgün koşullarını, Maidan’dakilerin ekonomik, siyasi iktidar yapısının karşısındaki tutumlarını düşünmek gerektiğini vurguladılar.

Ben de bu üçüncü yaklaşımın içinde var olan bir boyutun üzerinde düşünmek istiyorum. Evet “Ukrayna’da filler tepişiyor”, Maidan’da irili ufaklı faşist gruplar var. Ama Maidan’da “halk” da var. Bu halk 1991’den önce, yozlaşmış bir siyasi liderliğin elinde kötü yönetilen bir ülkede yaşıyordu. 1991’den sonra bu yönetici kesimin bir kısmı karşılarına kamu mallarını mülk edinerek zenginleşen “Mafioza - oligarklar”, bir kısmı da “Mafioza-politikacılar” olarak çıktı; 1991 sonrasında Ukrayna halkı “kızgın tavadan dışarı atlarken, ateşin içine düşmenin” düş kırıklığını yaşadı.Bu halkın tepkisini yargılamadan önce şu üç soruyu cevaplamaya çalışmak gerekiyor.

Yazının devamını okumak için tık"layınız 

Wednesday, February 19, 2014

‘Rejimin Adı Ne?’

Önceleri demokratikleşmekte olduğumuzu düşünen kimi yazarlar şu sırada “Rejimin adı ne” diye soruyorlar. Belli ki “demokratikleşme” söylemi artık bitti, şimdi ne diyeceklerini pek bilemiyorlar.

Bu sanıldığı gibi akademik bir soru da değil; yaşadığımız toplumun yapısı üzerine sorulabilecek en politik sorudur. Çünkü bu sorunun cevabı doğrudan siyasi iktidara, adalete ilişkindir. Dahası bu, salt gözlemlere dayanılarak, hele olmayana ergi metoduyla cevaplandırılabilecek bir soru da değildir...

İktidara, adalete ilişkin en politik soru deyince de Aristotales’i anımsayarak başlamanın yararlı olabileceğini düşünüyorum

 Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, February 12, 2014

Türkiye Sosyalist Solu Üzerine...

Türkiye sosyalist solunun tarihinin, içerdiği farklı geleneklerin, 12 Eylül öncesi ve sonrası deneyiminin üzerine “düşünmek” bir yana dursun, bu hareketin parçası bile olmayan, tarihsel hedeflerini paylaşmayan yazarların kanaatleri, “öyle yapsın böyle yapsın” önerileri artık kabak tadı verdi. 

Aslında, ürettikleri “söylem pratikleri” bağlamında bakıldığında, bu yazarların esasişlevinin sosyalist sola akıl verme postunun altına, sosyalist sola ilişkin olumsuz önyargıları güçlendirmek, düzenin tüm siyasi akımlarının çürüdüğü bir ortamda, okuyucularının gözlerinde sosyalizmin bir seçenek haline gelmesini önlemekurdunu gizlemek olduğu bile söylenebilir.

Bu pratiğin son örneklerinden biri kendince durumu şöyle özetliyor: “Kürt siyasihareketi kendini yoktan var etti ve bugün sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda da Ortadoğu’nun en önde gelen aktörlerinden biri haline geldi. 1970’li yılların önde gelen siyasi güçlerinden olan Türk sosyalist solu ise zamanla yok olmaya yüz tuttu.” 
(…) 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Monday, February 10, 2014

Çok “kritik” bir genel seçimler



[27 Nisan 2911- Bu yazı yazıldığında bloga koyamamıştım çünkü Internet erişimi yine engelleniyordu. Yine seçimlere giderken belki yararlı olur diye şimdi koyuyorum]


Türkiye’de, tipik bir kapitalist demokrasinin (“iyi devletin”) tanımlayıcı özelliklerinden farklı olmak anlamında “olağan üstü” bir devlet biçiminin şekillenmekte olduğunu artık liberal demokrat / sol kesimler de görmeye başladılar.
Bu “olağan üstü” biçime zemin hazırlayan süreçleri, dayanılmaz bir yüzeysellikle, demokratikleşme adına destekleyenlerin, savunanların şimdi “askeri vesayetten kurtulmak isterken sivil vesayet altına girmeye” ilişkin yakınmalarını ibretle izliyoruz. Dahası “cemaat” kavramı altında tartışılanlar, bu kesimlerin, bir siyasi partinin çok ötesinde bir siyasi-kültürel hareket olgusuyla karşı karşıya olduklarını kavramaya başladıklarını da gösteriyor.
Bu “olağan üstü” devlet biçimini inşa etmekte olan siyasi hareket, önümüzdeki seçimlerden sonra süreci hızlandırma, başkanlık sistemine geçmek gibi yeni kurumsal adımlarla projesini tamamlama şansına sahip olacaktır.
Burada, bu “olağan üstü” biçimi kurmakta olan siyasi hareketin hegemonya inşa süreçlerine yakın zaman kadar yardımcı olan yararlı salaklarla, farkında hainler (kendi ilkelerine aykırı davranmak anlamında) arasında bir ayrım yapmak durumunda değiliz. Tiksintimizi ifade edip devam edelim.

“Olağan” kapitalist devlet

Kapitalist devletin “olağan üstü” bir biçiminden söz ettiğimize göre, “olağan” kapitalist devletin kimi tipik özeliklerinden üçünü kısaca anımsamakta yarar olabilir. Ama, önce kapitalist devletin (biçimi ne olursa olsun) varlık nedeninin kapitalist üretim tarzının istikrarını sağlamak, temel ilişkilerini korumak, bu anlamda bir devrimi önlemek olduğunun vurgulayalım.
(1) Devlet, “sivil toplum” içinde doğrudan değil,  varlığını doğallaştıran, ekonomi siyaset ayrımı görüntüsünü koruyan düşünce, algı ve varsayımları üreten, cami/kilise ve diğer dini örgütlenmeler, eğitim kurumları, aile, medya, kapitalist sınıf örgütleri, hatta spor kulüpleri ve “sarı” sendikalar yoluyla var olur. Devletin bu varlığı ne kadar “zayıf”, “dolaylı” bu aygıtların “bağımsızlığı” ne kadar güçlüyse, kapitalist devlet de “iyi devlet” kategorisine o kadar yakınlaşır.
(2) Devletin ordu ve polis gibi şiddet aygıtları, personelleri ve uygulamalarıyla, egemen sınıfları temsil eden siyasi örgütlenmelerden, devleti yöneten siyasilerden ne kadar uzak, bağımsız, yasalara ve yasal süreçlere saygılı bir görüntüsü sunabiliyorlarsa, devlet “sınıflar üstü” fantezisini, bütünü asla kavranamayan bir yüce varlık (sublime object) olma durumunu o kadar koruyabilir. Böylece kapitalist devlet bir “iyi devlet” olarak şiddeti açık biçimde (yasalara aldırmadan) uygulamaktan kaçınabilir.
(3) “İyi kapitalist devlet”, vatandaşlarının devletin etki ve erişim alanı dışında bir özel yaşamı, yaşam alanı olduğuna ilişkin varsayımı kabul eder, yasalarla korur; buna burnunu sokmadığına ilişkin görüntüyü de...

Seçimden sonra...

Kapitalist devlet, bu üç koşulu ihlal eden bir “dönüşüm”, “değişim” sürecine girmişse, artık “iyi devletten” değil, bu koşullardan uzaklaşmanın derinliğine ve yaygınlığına bağlı olarak çeşitli otoriter veya totaliter biçimlerden söz etmeye başlayabiliriz.
AKP hükümetinin, özellikle, “Cumhuriyet Mitingleri”  korkusunun, buna karşılık uluslararası desteğin getirdiği cesaretin diyalektiği ile başlayan ikinci döneminde, devletin, yukardaki üç koşuldan, uzaklaşma sürecinin yeniden hızlanmasına, devletin biçiminde niteliksel bir değişim yaratmaya başlamasına şahit olduk.
AKP hükümeti ve onu destekleyen, taşıyan siyasi akımlar, önümüzdeki genel seçimlere, “Cumhuriyet Mitingleri”ne kıyasla, çok daha yaygın, çok daha “halk” içerikli, çok daha somut, toplumsal yaşamın çok çeşitli alanlarında patlak vermiş bir “hak mücadeleleri” dalgasının basıncı, korkusu altında giriyorlar.  AKP bu dalganın karşısına getirdiği sorunları yönetemiyor, bildik “egemen ama muhalif” söylemini sürdüremiyor. Dahası, AKP’nın uluslararası desteği bu kez, 2007 seçimlerindeki kadar güçlü değildir. Bu kez AKP’nin karşısından yenilenmiş bir muhalefet partisi var.  AKP, “egemen ama  muhalif” söylemine olanak veren, “Kürt sorununu çözme iddiasını”, “devletle savaşan parti” görüntüsünü, “yararlı salakların” ve “farkında hainlerin” en azından bir kısmının desteğini, yardımını kaybetmiş olarak giriyor. Devletin şiddet aygıtlarının eylemlerinin düzeyi de yasaları aşan bir “açıklık” kazanmaya başlamış gibidir.
AKP ve “hareket” bu seçimleri kazandıkları taktirde, toplumsal muhalefetin daha da yükselerek, bir ekonomik krizle de çakışarak “rejimini” tehdit edecek düzeye ulaşmasını önlemek için çok daha kararlı hızlı ve uzlaşmaz davranacaktır. Bu siyasetçilerin bireysel niyetlerinden bağımsızdır; ekonomik ve siyasi iktidarların yapısal özellikleri gereği böyle olacaktır...