Thursday, July 28, 2011

AKP’nin "köpükleri" ve gelmekte olanlar


Seçimlerden önce bir pazartesi yazımda (16 Mayıs) AKP iktidarını ayakta tutan “köpüklerden” söz etmiştim. Geçen haftanın olayları ve tartışmaları beni bu konuya geri gönderdi.

O yazımda, AKP hükümetinin geride kalan iki döneminin, “istikrarlı ekonomik büyüme”, “demokratikleşme”, “bölgede güç olmak” olarak tanımlanabilecek “üç köpük” üzerinde şekillendiğine dikkat çekmiştim. Ne ki, Türkiye haziran seçimlerine girerken, “demokratikleşme” ve “bölgede güç olma” köpükleri delinmişti, ekonomideyse, gelişmekte olan göstergeler,“istikrarlı büyüme köpüğünün” delinmek üzere olduğunu gösteriyordu.

O günden bu yana “demokratikleşme” ve “bölgede güç olma köpüklerinin” sönme süreci hızlandı. Geçen hafta, yaşanan gelişmeler, “istikrarlı ekonomik” büyüme köpüğünün de patladığını gösteriyordu. “Demokratikleşme”, “bölgede güç olma”köpüklerinden çıkan gazların toplumsal dokuyu çürütme sürecine, büyüme köpüğünün patlamasıyla çıkan gazlar da katılıncaçok patlayıcı bir karışım oluşmaya başladı.

Dokudaki çürüme
Prof. Yılmaz Esmer’in geçen hafta açıklanan “2011 Değerler Araştırması”nın sonuçları toplumsal dokudaki, çürümeyi ayrıntılı bir biçimde gözler önüne serdi. Nilgün Cerrahoğlu’nun yazısı araştırmanın bulgularından en önemlilerini aktarıyor, durumun tüm vahametini çok iyi ortaya koyuyordu. Ben onun yazısında, bu çürümeyi en iyi örneklediğini düşündüğüm üç noktaya değineceğim. Birincisi, toplumda dindarlık artarken insanların birbirine güveni azalıyormuş. Dine yönelerek varlığına“aşkın” bir anlam kazandıran kişinin huzura kavuşması gerekmez mi? Öyle olmadığına göre, bu dindarlaşmanın, toplumdaki anlamlar sisteminin, ekonomik beklentilerin sarsılmasıyla gelişen güvensizliğin ürünü olduğunu, vatandaşlığı var eden soyut evrensellikten uzaklaşarak, somut dini aidiyete, kan bağıyla bağlı olduğu en yakın çevreye sığınma eğiliminin güçlendiğini söyleyebiliriz. Gittikçe yaygınlaşan sadaka toplumu uygulamalarının da bu vatandaşlıktan kaçış sürecini hızlandırdığını düşünüyorum.

Değinmek istediğim, diğer iki nokta da vatandaşlık kurumunun neredeyse anlamını yitirdiğini düşündürüyor. Ezici çoğunluk Türkiye’de; “parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayan güçlü bir lidere sahip olmanın” iyi fikir olduğunu düşünüyormuş. Bu çoğunluk, “dilekçe imzalamak, barışçı gösterilere katılmak gibi en konvansiyonel siyasal katılım ve protesto yöntemlerine sıcak bakamıyor”muş (aktaran, Cerrahoğlu).

Böylece, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, düşe kalka, yara bere içinde ilerleyen, hatta AKP’nin iktidara gelmesine olanak sağlayan modernleşme sürecinin, AKP hükümeti döneminde, durdurulduğu, imha edilmeye başlandığını söyleyebiliriz.

Dokusu bu biçimde çürümeye başlayan bir toplum, hızla patlamaya hazır bir bombaya dönüşecektir. Aynur Doğan’ın Açıkhava Tiyatrosu’nda Kürtçe şarkı söylemeye kalktığı için başına gelenler, daha sonraki günlerde Zeytinburnu ve Dolapdere mahallelerindeki provokasyonların yarattığı çatışma ortamı, patlamaya hazırlanan bombanın neye benzeyeceği hakkında da bir fikir veriyor.

Toplumsal yapının çözülme eğilimi güçlenirken, hükümetin de eli giderek ağırlaşıyor. “Büyük medya”dan AKP muhaliflerini ayıklama operasyonları, yakın zaman kadar AKP’ye hayırhah bir gözle bakan kimi yazarları, TV programlarını da susturarak genişlemeye devam ediyor. Beyoğlu’nda başlayan “masa kaldırma operasyonları” ifade özgürlüğünü hedef alan dolaylıdenetim uygulamalarının yaşam alanlarını ve yaşam tarzlarını doğrudan denetleme uygulamalarına dönüşmeye başladığını düşündürüyor.

“Kürt Açılımı”ndan, “Kürt sorunu yoktur” noktasına gelmiştik. Şimdi de, parlamenter demokraside, yalnızca zabıta olaylarıyla uğraşması gereken polisin “terorizmle mücadele” gibi ileri derecede siyasi bir sürece dahil edilerek, düzenin değil de rejimin koruyucusu konumuna yükseltilmesinin, planlandığını öğreniyoruz. Hükümetle, hatta ‘siyasal İslam’ın projesiyle aynı çizgide olmayanlar için hiç iyi bir haber değil!

Bu sırada, ekonominin dış açık sorunu, dünya piyasalarında Türkiye’nin borçlarını sigorta etmenin (CDS’lerin) gittikçe artan maliyeti, dış kaynakla finanse edilen ithalata dayalı ihracatın, tüketime dayalı büyümenin artık sonuna gelindiğini gösteriyor. IMF’nin ekonomik büyümede sert bir frenin, ekonomi yönetiminin de mali bir krizin gelmekte olduğuna ilişkin uyarıları, kıdem tazminatını hedef alan projeyle birlikte değerlendirildiğinde, yakın gelecekte yaşanacakların ilk işaretlerini veriyor. Bunları düşünürken, polisin politikleşmesinin bu alandaki olası etkilerini de düşünmek gerekiyor.

Thursday, July 21, 2011

İngiltere’de medya skandalı

Dünyanın en büyük medya imparatorluğu News Corporation’un polisle, politikacılarla, halkla başı belada.

Avustralyalı iş adamı Rupert Murdoch’un kurduğu News Corp, Atlantik’in iki yakasında, 200’den fazla gazete ve dergisiyle, uydu televizyon kanallarıyla, daha bir kaç ay öncesine kadar politikacıların, sanatçıların, ünlülerin yüreklerine korku salıyordu.  News Corp’un, haberleriyle, kampanyalarıyla genel seçimlerin sonuçlarını belirleyebildiğine, insanların meslek yaşamlarına, aşklarına, evliliklerine son verebildiğine inanılıyordu. News  Corp, bugünlerde, İngiltere’de Parlamento Komisyonu tarafından soruşturuluyor, Murdoch, imparatorluğunun amiral gemisi, 168 yıllık News of  The World  (NTW)  gazetesi kapandı, imparatorluğun CEO’su Rebekah  Brooks tutuklandı. İmparatorluğunu, 1980’lerde, Margret Thatcher ile başlayan “serbest piyasa” “Restorasyon”unu destekleyerek inşa eden News Corp bugün yıkılmak üzere.

Bir türlü sonu gelmeyen finansal kriz “Restorasyon”un ekonomik temellerini çökertirken, patlak veren bir ahlaki kriz, “Restorasyon”un en önemli ideolojik aygıtlarından birini kökünden sarsıyor.

“Sınıf  refleksi”
Siyasetçilerin, ünlülerin hatta kraliyet ailesinin özel yaşamlarının, cinsel, finansal kaçamaklarının, tüketim alışkanlıklarının ayrıntılarına ilişkin iç gıdıklayıcı dedikoduları sayfalarında işçi sınıfına satan NTW hakkında, bu bilgilere yasadışı yollardan ulaştığı iddiasıyla, ilk kez 2003-2007 döneminde bir soruşturma açılmış, ancak News Corp bu soruşturmayı, hiç yara almadan, suçu “denetim dışı” iki muhabirin üzerine yıkarak atlatmıştı. Soruşturmayı yürüten Polis şefi de News Corp’un gazetelerinden The Times’da köşe yazarı olmuştu.

Bu kez skandal The Guardian gazetesinin, NTW muhabirlerinin, kaçırılarak öldürülen 14 yaşında bir kızın telefon hesabına girdiğine ilişkin bir iddiayı ortaya atmasıyla patlak verdi: NTW muhabiri kızın telefon hesabına girmekle kalmamış, yeni mesajlara yer açabilmek için mesaj kutusundaki kimi mesajları da silmiş. Halbuki, Polis bir ipucu bulabilmek için kızın telefon hesabını özellikle açık tutuyormuş. Bazı mesajlar silinince kız ailesi, kızlarının hayatta olduğunu düşünerek umuda kapılmış. Daha sonra kızın cesedi bulundu, NTW muhabirinin mesajları sildiği sırada çoktan öldürülmüş olduğu ortaya çıktı.
NTW’nin okuyucuları, işçi sınıfı düne kadar “öteki”lerin hayatlarını, skandallarını okurken, bu kez, tam da muktedirler tarafından “düzüldüklerini” düşünmeye başladıkları bir iklimde, kendilerinden birinin yaşamının, acılarının bu biçimde istismar edilmesine büyük tepki gösterdiler. Bu tepkiyi gören büyük şirketler reklamlarını NTW’den çekmeye başladılar. Bunun üzerine Murdoch ani bir kararla, 200 çalışanını kapının ününe koyarak NTW’yi kapattı.

Ancak tepkiler durmadı. Öfke dalgasının büyümeye devam ederek News Corp’u yıkımın eşiğine getirmesinin arkasında üç etkenin oluğu söylenebilir. İş çevrelerinin yanı sıra siyasetçiler de bu tepkiyi dikkate almak zorunda olduklarını hissettiler. Siyasetçiler, bu tepkiden yararlanarak News Corp’dan kurtulabileceklerini düşündüler. Hükümet, News Corp’a hesap sorarken, halkın gözünde, kemer sıkma politikalarından dolayı zedelenen meşruiyetini onarmak işin bir fırsat yakaladı.

Bir dönem kapanırken
News Corp, “Restorasyon”a aitti. Bir taraftan işçi sınıfını, sendikaları hedef alan, savaşları kışkırtan yayınlarla, diğer taraftan, yeni şekillenmekte olan “hazlara dayalı tüketim tarzını”, “ünlüler ve  cinsel, mali dedikodular kültürünü” üreterek işlevini yerine getirdi.
“Restorasyon”la birlikte “devletten sorumlu sınıfların” özellikleri de değişiyordu; Sermayenin uzun dönemli çıkarları adına davranan, “refah devletinin” müdahaleci bürokratı yerini, “piyasa devletinin” sermayenin günlük kaprislerine tümüyle teslim olmuş, servet yapmaktan başka amacı olmayan, bu arada iktidarsızlaşarak medya (News Corp) “manyağına” dönüşmüş siyasetçiler, danışmanlar ordusu alıyordu. Bu iklimde News Corp adeta, “Büyük Öteki”nin  gözü, kulağı, sesi oldu.
Mali kriz toplumsal yapının bu “durumunu” değiştirdi. “Kurtarma Paketleri”, yeniden canlanan düzenleme, müdahale eğilimleri, “devletten sorumlu sınıfları” yeniden güçlendirmeye başladı. Bu sırada kredi krizi, “hazlara dayalı tüketim tarzının” finansal temelini çökertiyordu. “Dedikodu”nun da, piyasanın parçaladığı toplumsal dokuda, “atomize” olan bireysel deneyimlere, ünlüler kültürü bağlamında ortak, birleştirici bir söylem oluşturma kapasitesi zayıflıyordu.  Nihayet banka skandalları, kemer sıkma paketleri, yoksulların varsıllara öfkesini yeniden alevlendiriyordu; dahası bir devrimci dalga yükselmeye başlıyordu.

İngiltere özelinde “devletten sorumlu sınıflar”, bu dalgayı karşılamak için olanaklar ararken, News of The World  skandalına dört elle sarıldılar. Bu refleksin, “bunlar 9/11 kurbanlarının telefonlarını da dinlemişler” suçlamasıyla ABD’de de ortaya çıkmaya başladığı görülüyor.
Kısacası bir dönem kapanırken, onun temel direklerinden biri çöküyor...