[27 Nisan 2911- Bu yazı yazıldığında bloga koyamamıştım çünkü Internet erişimi yine engelleniyordu. Yine seçimlere giderken belki yararlı olur diye şimdi koyuyorum]
Türkiye’de, tipik
bir kapitalist demokrasinin (“iyi devletin”) tanımlayıcı özelliklerinden farklı
olmak anlamında “olağan üstü” bir devlet
biçiminin şekillenmekte olduğunu artık liberal demokrat / sol kesimler de görmeye
başladılar.
Bu “olağan üstü”
biçime zemin hazırlayan süreçleri, dayanılmaz bir yüzeysellikle,
demokratikleşme adına destekleyenlerin, savunanların şimdi “askeri vesayetten kurtulmak
isterken sivil vesayet altına girmeye” ilişkin yakınmalarını ibretle
izliyoruz. Dahası “cemaat” kavramı altında tartışılanlar, bu kesimlerin, bir
siyasi partinin çok ötesinde bir siyasi-kültürel
hareket olgusuyla karşı karşıya olduklarını kavramaya başladıklarını da
gösteriyor.
Bu “olağan üstü”
devlet biçimini inşa etmekte olan siyasi hareket, önümüzdeki seçimlerden sonra
süreci hızlandırma, başkanlık sistemine geçmek gibi yeni kurumsal adımlarla
projesini tamamlama şansına sahip olacaktır.
Burada, bu
“olağan üstü” biçimi kurmakta olan siyasi hareketin hegemonya inşa süreçlerine
yakın zaman kadar yardımcı olan yararlı salaklarla, farkında
hainler (kendi ilkelerine aykırı davranmak anlamında) arasında bir
ayrım yapmak durumunda değiliz. Tiksintimizi ifade edip devam edelim.
“Olağan” kapitalist devlet
Kapitalist
devletin “olağan üstü” bir biçiminden söz ettiğimize göre, “olağan” kapitalist
devletin kimi tipik özeliklerinden üçünü kısaca anımsamakta yarar olabilir. Ama,
önce kapitalist devletin (biçimi ne olursa olsun) varlık nedeninin kapitalist üretim tarzının istikrarını
sağlamak, temel ilişkilerini korumak, bu anlamda bir devrimi önlemek olduğunun
vurgulayalım.
(1) Devlet, “sivil
toplum” içinde doğrudan değil, varlığını
doğallaştıran, ekonomi siyaset ayrımı görüntüsünü koruyan düşünce, algı ve varsayımları
üreten, cami/kilise ve diğer dini örgütlenmeler, eğitim kurumları, aile, medya,
kapitalist sınıf örgütleri, hatta spor kulüpleri ve “sarı” sendikalar yoluyla
var olur. Devletin bu varlığı ne kadar “zayıf”, “dolaylı” bu aygıtların
“bağımsızlığı” ne kadar güçlüyse, kapitalist devlet de “iyi devlet”
kategorisine o kadar yakınlaşır.
(2) Devletin ordu
ve polis gibi şiddet aygıtları, personelleri ve uygulamalarıyla, egemen
sınıfları temsil eden siyasi örgütlenmelerden, devleti yöneten siyasilerden ne
kadar uzak, bağımsız, yasalara ve yasal süreçlere saygılı bir görüntüsü
sunabiliyorlarsa, devlet “sınıflar üstü” fantezisini, bütünü asla kavranamayan
bir yüce varlık (sublime object) olma
durumunu o kadar koruyabilir. Böylece kapitalist devlet bir “iyi devlet” olarak
şiddeti açık biçimde (yasalara aldırmadan) uygulamaktan kaçınabilir.
(3) “İyi kapitalist
devlet”, vatandaşlarının devletin etki ve erişim alanı dışında bir özel yaşamı,
yaşam alanı olduğuna ilişkin varsayımı kabul eder, yasalarla korur; buna
burnunu sokmadığına ilişkin görüntüyü de...
Seçimden sonra...
Kapitalist
devlet, bu üç koşulu ihlal eden bir “dönüşüm”,
“değişim” sürecine girmişse, artık “iyi devletten” değil, bu koşullardan
uzaklaşmanın derinliğine ve yaygınlığına bağlı olarak çeşitli otoriter veya totaliter biçimlerden söz etmeye başlayabiliriz.
AKP hükümetinin,
özellikle, “Cumhuriyet Mitingleri” korkusunun, buna karşılık uluslararası
desteğin getirdiği cesaretin
diyalektiği ile başlayan ikinci döneminde, devletin, yukardaki üç koşuldan, uzaklaşma
sürecinin yeniden hızlanmasına, devletin biçiminde niteliksel bir değişim
yaratmaya başlamasına şahit olduk.
AKP hükümeti ve
onu destekleyen, taşıyan siyasi akımlar, önümüzdeki genel seçimlere,
“Cumhuriyet Mitingleri”ne kıyasla, çok daha yaygın, çok daha “halk” içerikli,
çok daha somut, toplumsal yaşamın çok çeşitli alanlarında patlak vermiş bir
“hak mücadeleleri” dalgasının basıncı, korkusu
altında giriyorlar. AKP bu dalganın
karşısına getirdiği sorunları yönetemiyor, bildik “egemen ama muhalif” söylemini sürdüremiyor. Dahası, AKP’nın
uluslararası desteği bu kez, 2007 seçimlerindeki kadar güçlü değildir. Bu kez
AKP’nin karşısından yenilenmiş bir muhalefet partisi var. AKP, “egemen
ama muhalif” söylemine olanak veren,
“Kürt sorununu çözme iddiasını”, “devletle savaşan parti” görüntüsünü, “yararlı
salakların” ve “farkında hainlerin” en azından bir kısmının desteğini,
yardımını kaybetmiş olarak giriyor. Devletin şiddet aygıtlarının eylemlerinin
düzeyi de yasaları aşan bir “açıklık” kazanmaya başlamış gibidir.
AKP ve “hareket”
bu seçimleri kazandıkları taktirde, toplumsal muhalefetin daha da yükselerek,
bir ekonomik krizle de çakışarak “rejimini” tehdit edecek düzeye ulaşmasını
önlemek için çok daha kararlı hızlı ve
uzlaşmaz davranacaktır. Bu siyasetçilerin bireysel niyetlerinden bağımsızdır;
ekonomik ve siyasi iktidarların yapısal özellikleri gereği böyle olacaktır...
No comments:
Post a Comment