Friday, April 11, 2008

'Tarihin Sonundan' Görüntüler

(Cumhuriyet 09.04.2008)

"Tarihin sonuna" geliyoruz, ama Fukuyama 'nın sandığı gibi değil! Bu liberal demokratik bir "son" olacak gibi görünmüyor.

Yeni 'süper sınıf'
"Küreselleşmeyle" birlikte eşitlik, özürlük ve kardeşlik ilkelerinden, vatandaşlık ve kamu alanı anlayışından kopuk bir küresel kapitalist "süper sınıfın" şekillendiğini görüyoruz. Bu sınıfın ilk örneklerine 19. yüzyılın sonunda klasik emperyalizm döneminde ve mali oligarşilerle, Osmanlı mülkü paylaşılırken rastlamaya başlamıştık. Bugün sayıları en fazla on binlerle ifade edilebilen bu sınıfın, hizmetlerindeki devasa bürokrasinin, çanak yalayıcı entelijansiyanın özgürlük, otonom özne, rasyonel düşünce, demokrasi, toplumsal gelişme, kamusal alan, eleştirel bir etkinlik olarak sanat anlayışlarının yaratıcısı kentsoylu sınıfla, ne toplumsal yapı ne kültürel özellikler ne de ahlak anlayışı açısından hiçbir ortak yanı kalmamıştır.

Bir yıldır dünya ekonomisinde giderek derinleşen mali kriz bu sınıfı tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi: Kentsoylu sınıfın kültürel normlarıyla bakıldığında, "tümüyle gerici" , toplumsal sorumluluklarını ve işlevini yitirmiş parazit bir sınıf bu! Bu sınıfın yozluğuyla, ifrasçılığıyla, umarsızlığıyla, Roma'nın son dönemindeki çürüme arasında paralellikler kurmak çok kolay. İşte "tarihin sonu" bu parazit sınıfla, kentsoylu sınıfın, uygarlığının tükenmesiyle ilgili.

Aslında, bu "süper sınıf" kavramı bana ait değil. 1997'de Foreign Policy dergisindeki, "Kültürel Emperyalizme Övgü" başlıklı yazısıyla dikkatleri çeken David Rothkopf , The Newsweek dergisinin bu haftaki sayısında, küreselleşme, özelleştirme ve finansallaşma üzerinden oluşan bir süper zenginler tabakasını adeta ağzının suyu akarak anlatırken bu "süper sınıf" kavramını kullanıyor.

Rothkopf'un araştırması karşımıza, ilk elde, tüm mali piyasalardaki işlemlerin yüzde 95'ini denetleyen 14 büyük firma (aile) çıkarıyor. Bu 14 aileyi de içeren 50 büyük yapılanmanın toplam varlıkları 50 trilyon doları geçiyor. Açıyı biraz genişletirsek, dünya nüfusunun yüzde 10'u, toplam gelirin yüzde 85'ini elde ediyor. En büyük 2 bin şirket, 500 milyon insan çalıştırıyor, 100 trilyon varlığı kontrol ediyor. Bu "süper sınıfın" üyelerinden Blackstone grubunun CEO'su Stephen Scwarzman , Rothkopf'a dünyada hemen her sanayi dalında veya sektörde, 20-30 insanın gelişmeleri belirlediğini söylüyor. Rothkopf da bize 1970'lerden bu yana, ABD'de CEO gelirlerinin en az 10 kat arttığını aktarıyor.

Bu parazit "süper sınıfı" , Golfstream marka özel jetleriyle bir ülkeden öbürüne, vızır vızır uçadursun, dünyanın gündeminde, bir süredir savaşlar, mali çöküntü, açlık, hatta susuzluk tehlikesi, yeniden "ekmek ayaklanmaları" var.

Ve 'büyük insanlık...'
Hafta sonu ve pazartesi gazeteler ( Newsweek , 05/03; The Observer , 06/03; Krugman, New York Times, 07/03) pirinç, mısır, buğday gibi temel gıda maddelerinin fiyatlarındaki yüzde 50'yi aşan artışlara, üretimlerindeki düşme eğilimine değinerek gıda ithalatçısı, özellikle de yoksul ülkelerde büyük toplumsal, insani krizlerin gündemde olduğunu anlatıyorlardı.

Bu parazit "süper sınıfı" yaratan küreselleşme, özelleştirme ve serbest piyasa, tüm dünyada, özellikle de Çin ve Hindistan'da metalaşmayı, tüketimi hızlandırmış, mali kriz gıda piyasalarında spekülasyonu körüklemiş, Irak savaşı enerji fiyatlarının olağandan çok daha büyük bir hızla artmasına yol açmış, sorunu daha da ağırlaştırmıştı.

Geçen 25 yılda bu "süper sınıfın" bahşişleriyle geçinen kimi sözde ekonomistler serbest piyasayı demokratikleşme, tarımdan kurtulmayı da gelişme olarak sundular. Şimdi, bu "süper sınıfın" yaşama ve avlanma alanı serbest piyasanın ne gıda, ne enerji piyasalarında ne de mali piyasalarda mal ve sermaye dağılımını ve düzenlemeleri gerektiği gibi yapamadığı, aksine, ekonomik, gıda, su, iklim krizlerine ilişkin eğilimlerini ağırlaştırdığını herkes görmeye başladı: Serbest piyasa, kendisini kucaklayan toplumu hızla çürütüyor.

Geçen hafta, birkaç yıl önce rüyamızda görsek hayra yoramayacağımız iki gelişmeyle karşılaştık. Düne kadar, neoliberalizmin kalesi olan, devlet müdahalesine alerjik, Dünya Bankası 'nın, fanatik serbest piyasacı başkanı Robert Zoellic , zengin ülkelerin devletlerine, "daha fazla insanın açlıktan ölmesini önlemek için acilen küresel bir eylem çağrısı" yaptı ( Newsweek , 05/03). Aynı günlerde, IMF Başkanı Dominique Straus Kahn , Financial Times 'a verdiği bir demeçte, "piyasalara devlet müdahalesi gereğinin giderek yadsınamaz hale geldiğine inandığını" söylüyordu (06/03). Bu iki demeç de "zamanın ruhunun" artık değiştiğini gösteriyordu.

Açlık, susuzluk, ekmek ayaklanmaları, toplumsal kargaşa ve mali kriz, piyasalara devlet müdahalesi, etnik boyayla boyanmış, kaynak savaşları dünyasında bir avuç parazit süper zengin akıl almaz büyüklükteki servetlerini ve iktidarlarını nasıl koruyacak dersiniz? Benim aklıma askeri-bürokratik rejimlerden, dini-totaliter ideolojilerin desteklenmesinden, kanaat önderlerinin satın alınmasından, emperyalizm ve sömürgecilikten başka şeyler gelmiyor.

1 comment:

Engin Kurtay said...

Şu adreste FED faiz oranlarının 50 yıllık geçmişini göreceksiniz:

http://www.tradersnarrative.com/long-term-chart-of-federal-funds-rate-1513.html

Grafikte son iki resesyondan çıkış sürecindeki faiz indirmeler görünüyor: 1980-1986 yıllarında FED faizleri %18'den %6'ya kadar düşürmüş. 2001-2002 arasında ise %6.5'ten %1'e kadar indirmiş.

Şimdi ise, yani 2007-2008 sürecinde indirimler %5.25 seviyesinden başladı. Yani bu kez FED'in, daha önceki resesyonlarda olduğu kadar bir indirim yapma payı yok.

Bu grafiği görünce 2006 Mayıs'ını anımsadım: faiz o zaman 4.75'ti ve piyasa, FED artırımları burada durduracak mı yoksa devam edecek mi diye tartışıyordu. Bernanke bu arada bir "dil sürçmesi" yaptı, piyasalar dalgalandı, artırımların duracağı görüşü yayıldı. Ama sonra artırımlar 5.25'e kadar sürdü.

Piyasada birçok analiste artırımlar 4.75'te durmalıydı. Enflasyonun dengelenmesi için bu kadarı yeterliydi. Devam edilirse felaket olur diye yorumlar yapıldı.

İşte soru: acaba FED, bilakis şimdiki krizin kaçınılmazlığını gördüğü için midir ki faizleri (aslında enflasyonu dengelemek açısından gerekmemesine karşın) 5.25'e kadar yükseltti ? Sonradan kriz patladığında daha geniş bir düşürme payı olsun ve bunun psikolojik etkisinden yararlanabilsin diye mi ?

Zira faizleri 4.75'te bıraksaydı kredi balonu daha da şişecekti, kriz daha geç gelecek ve daha büyük olacaktı, faiz düşürme marjini de daha dar olacaktı...

Bu soru önemsiz bir ayrıntı gibi görünebilir, ama dünyayı yönetenlerin nasıl düşündüklerini anlamak konusunda işe yarar bir agzersiz bence.