Küresel ekonomik kriz kapıya dayandı. Ülke içinde derin bir siyasi kriz var. Böyle "bela" bir konjonktürün gelmekte olduğunu, 2005 sonundan bu yana yazıyor, hazırlıksız yakalanmaktan korktuğumuzu belirtiyoruz. Ne yazık ki bugün, ülkenin yönetiminden sorumlu olanlara bakınca korktuğumuzun başımıza gelmiş olduğunu görüyoruz.
Çakışmanın mantığı
Rastlantı mı? Yoksa bu iki kriz arasında bir ilişki olabilir mi? Ülke içindeki siyasi kriz, uluslararası ekonomik krizin nedenleri arasında olamayacağına göre, acaba kapıya dayanan ekonomik krizin, ülke içinde patlak veren siyasi krizin nedenleri arasında olduğu düşünülebilir mi? Bence düşünülebilir.
Dünya ekonomisinde 2003-2007 arasında, bir likidite bolluğu, ucuz kredi ortamı oluştuğunu biliyoruz. Bu ortam, 1990'lı yılların mali köpükleri patladıktan, kapasite fazlası (aşırı üretim) sorunu yeniden gündeme geldikten, 1929 buhranının hayaleti, ilk kez ortalıkta dolaşmaya başladıktan sonra, başta ABD merkez bankası olmak üzere, belli başlı merkez bankalarının başlattıkları büyük bir mali genişlemenin ürünüydü. Böylece körüklenen tüketici talebi, mali spekülasyon (eşik altı borçların menkulleştirilerek sanki "AAA" kalitesinde varlık gibi satılması-hırsızlık) kapasite fazlası sorunu bastırırken, o zaman saptadığımız gibi, krizi, çok daha şiddetle geri gelmek üzere ertelemişti.
AKP, bu konjonktürün başında hükümetini kurdu. AKP hükümeti döneminde, ekonomi politikaları bu dış dinamiğin (yeni talep yaratma ve mali genişleme) gereksinimlerine uygun olarak şekillendi. Ülke uluslararası mali sermayenin değerlenme alanı ve aşırı kapasite sorunu, talep gereksinimi olan mallar için bir pazar olarak kullanıma sunuldu. Bu mali genişlemenin sağladığı ucuz kredi olanakları ithalat artışı ülkede yapısal bir refah havası yarattı ama tüketimi de gelirlerden kopardı, krediye bağladı.
Bir yıldır, bu kredi köpüğü sönüyor, ucuz, kolay kredi ortamı sona eriyor. Bu noktada Türkiye kendini, büyük bir cari açıkla, aşırı değerli döviziyle, 120 milyar dolara ulaşan özel sektör borçlarıyla, hane haklı kullanılabilir gelirinin %27'sine ulaşmış tüketici borçlarıyla, son derecede korunaksız, kırılgan bir ekonomiyle, hızlı ve büyük bir refah kaybı tehlikesiyle karşı karşıya buluyor.
Dahası bu sırada dünyada bir enerji ve gıda krizi patlak verirken Türkiye'de tarımsal üretim %7.3 geriliyor; tahıl, baklagiller vb. gıda maddelerinin ithalatı, hem de bu yeni fiyatlardan, YTL değer kaybetmeye başlamışken artıyor.
Fantezi ve gerçek
Her kriz verili bölüşüm ilişkilerini zorlar. Sermaye gruplarının ve çeşitli sınıfların, hatta devletin çeşitli "parçalarının" bu krize dayanabilmesi açısından devletin kaynak dağıtma kapasitesi yaşamsal önem kazanır. Kriz aynı zamanda, parlamenter rejimlerde, hükümetleri kendi tabanlarıyla, ülke seçkinlerini, gittikçe huzursuzlaşan alt sınıfların öfkesiyle karşı karşıya getirir.
Bu koşullarda, hem devletin kaynak dağıtma mekanizmalarının , hem de şiddet, baskı araçlarının, "ideolojik aygıtlarının" denetimi üzerinde iktidar mücadelesi keskinleşir.
Gerçek şu ki, AKP hükümete geldiğinden bu yana, tabanının yaşam koşullarını kalıcı olarak düzeltebilecek, beraberinde getirdiği sermaye kesimlerinin birikim süreçlerini istikrara kavuşturacak tedbirleri almadı. Neo-liberal politikaları köle gibi uygulamaya devam ettiği için alması da söz konusu olamazdı. Şimdi, son yılların yapay refahını yaratan dalga geri çekiliyor. Tüm ülkeyi, orta ve alt sınıfları, AKP tabanı da olmak üzere, büyük borçların altında belirsiz bir gelecek bekliyor. AKP'nin beraberinde getirdiği sermaye gruplarının devletin kaynaklarına gereksinimi hızla artıyor.
İşte siyasi kriz bu koşullarda patlak veriyor. Türban eşittir demokrasi, laiklik eşittir baskı, ulusalcılık eşittir diktatörlük; askeri darbe denklemi, AKP tabanının, kaçınılmaz olarak yaşamaya başladığı maddi sıkıntılara dayanmasına yardım edecek, AKP'yi suçlamasını önleyecek, bir destekleyici fantezi olarak devreye giriyor. Bu denklem sayesinde, büyük halk kitleleri kendi maddi çıkarlarıyla taban tabana zıt projeleri desteklemeye yönlendirebiliyorlar. Bu fantezi, aynı zamanda, devletin kaynak dağıtım araçları ve şiddet kullanma organları üzerinde süren denetim kurma mücadelesi içinde AKP'nin toplumsal ve uluslararası destek oluşturmada kullandığı bir araca dönüşüyor.
Bu koşullarda ekonomik ve siyasi krizlerin birbirini destekleyen bir fasit daire oluşturması, "fantezinin" etkisini giderek kaybetmesi, devletin kaynaklarına ulaşmak üzere birbiriyle rekabet halinde olan tarafların, güç, hatta şiddet kullanma eğiliminin artması gerçek ve çok tehlikeli bir olasılık olarak karşımızda duruyor.
Bu koşullarda, İlhan Selçuk 'un, büyük deneyimiyle, akılcılığıyla, insan sevgisiyle, sağlığına bir an evvel kavuşarak, özveriyle yaşamı boyunca sürdürdüğü toplumsal mücadelesine, yazılarına geri döneceği günü de sabırsızlıkla bekliyoruz.
No comments:
Post a Comment