Referandumdan sonra yeni bir kavram türedi: “İleri demokrasi”. Başbakan’ın medya ile yaptığı toplantıdaki konuşmasında da rastladığım bu kavramdaki “ileri” sözcüğü, demokrasinin temel özelliklerinde, referandumdan önceki duruma göre, bir “ilerlemeye” işaret ediyor. Ama hangi yönde?
Garip sorular…
“Demokrasi” iki anlamı birden içerir. Birincisinde, demokrasi halkın kendi kendini yönetmesi, ikincisinde bir devlet biçimi anlamına geliyor. Birinci anlam, halkın kendi kendini yönetme kapasitelerinin giderek gelişebileceğine işaret ediyor. İkinci anlamıyla demokrasi karşımıza, halktan ayrı, bir kurum olarak devletin özgün yapısının ve egemenliğin uygulanmasının bir biçimi olarak çıkıyor.
Halkın kendi kendini yönetme kapasitesinin gelişme süreci, bir aşamada, halkın bizzat devlet olması, devletin de halktan ayrı bir kurum olarak ortadan kalkmasına ulaşacaktır. Bu saptama bizi şu garip soruya götürüyor. Başbakan’ın, AKP hükümetinin “devletin ortadan kalktığı” bir noktaya doğru ilerlemeye çalıştığı söylenebilir mi?
Egemenlik birileri tarafından (kurumsal olarak devlet ve onun yönetimindekiler) bir başkaları üzerinde uygulanan bir şey olduğuna göre, bu kez başka garip bir soruyla karşılaşıyoruz: “Bu egemenlik kime ait?” Klasik bir ifadeyle “bu egemenlik kimin için demokrasi, kimin için (egemenlik -baskı- altında olma durumundan dolayı) diktatörlük anlamına geliyor?”
Siyasetin alanı ve sınırları
Anlaşılan “ileri demokrasiyi” konuşurken birinci anlamı dışarıda bırakmak gerekiyor. İkinci anlam da bizi, “egemen olanlarla”, “egemenlik altında olanlar” arasındaki ilişkinin yönetimine, siyaset alanının sınırlarına getiriyor. Bu “ileri” demokrasi, bu sınırların yeniden çizilmesiyle, kapsamının genişlemesiyle ilgili olsa gerek.
Aristotales, insanların konuşabildikleri için adalet ve adaletsizlik konularını gündeme getirebildiğini söylüyordu. Hayvanlar ise yalnızca acı ve haz belirten sesler çıkarabiliyorlar. Platon, üreticilerin (çalışanların) kendi yaptıkları işten başka bir işe burunlarını sokmamalarına büyük önem veriyordu. Çünkü onların yaptıkları işlerden başka şey yapmaya zamanları yoktur. Sanat da, sanatçı kendi kimliğinden bir başka kimlikleri canlandırabilme özelliğinden (tiyatro) dolayı site yaşamı açısından zararlı bir etkinliktir.
Jacques Ranciere, Platon ve Aristotales’in bu saptamalarından da yararlanarak, siyasetin, toplumda,sesleri anlam kazanamayanların, adalet üzerine konuşma hakkı talep etmeye, üreticilerin üretimden başka şeyler için zaman yaratmaya, başka mekânları edinmeye başladığı, sanatçının, başka kimlikleri canlandırma hakkını kullanmaya başladığı noktada gündeme geldiğine işaret ediyor.
‘İleriye’ ama nereye?
Öyleyse “ileri” demokrasinin, “ileri” sayılabilmesi için, söylenebilir, görünebilir, duyumsanabilirolanın, zamanın, mekânın paylaşımının sınırlarını genişletmesi gerekmez mi?
Acaba, adalet ve adaletsizlik üzerine söz söyleme hakkına sahip olanlarda toplumun tümüne oranla bir artış gözleyebiliyor muyuz? İkincisi çalışanların, çalışma dışında yeni zaman ve mekân edinmelerine yönelik herhangi bir gelişme var mı; refah düzeylerinin, örgütlenme ve konuşma haklarını kullanmalarının sınırları genişledi mi? Bu soruya Kürtlerin adalet ile ilgili konularda daha çok “konuşma” (temsil edilmeye, anadile vb… ilişkin) taleplerini de ekleyebiliriz. Çalışanlarla ve Kürtlerle ilgili soruya, referandum öncesi ve sonrası gelişmelere bakınca, olumlu cevaplar vermek zor.
Birinci soruya cevap vermeye başladığımızdaysa ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Başkentte çiftlerin davranışlarına yönelik yeni “ahlak polisi” etkinlikleri, Tophane’de galerilere saldırı olayı, Ankara’ya yürüyen TAYAD’lı ailelere yönelik saldırılar, AKP’nin dünya görüşüne yakın kesimlerin, seslerini yükseltme, kendi adalet anlayışlarını dayatma haklarını daha da genişlemekte olduğunu düşündürüyor. Daha önce, Çevre Bakanı’nın Allianoi bağlamında Tarkan’a, “burnunu sokmasın”tepkisi de akla Platon’u getiriyor.
Başbakan’ın medya ile yaptığı toplantıdaki konuşmasında, yalnızca yapıcı eleştirileri kabul edeceğini, kendisine karşı bir medya istemediğini, açıkça belli eden uyarılarını da göz önüne aldığımda, bu“ileri” demokrasinin yönünü kavramaya başladığımı düşünüyorum:
“İleri” demokrasinin, “demokrasinin” sınırlarını, siyasal İslamın konuşma, yeni mekânları denetleme, kendi estetiğini dayatma olanaklarını geliştiren, toplumun diğer kesimlerinin haklarını, özellikle liberal entelijansiyanın gözbebeği yaşam tarzının mekânlarını daraltan yönde gerçekleştiğini görüyoruz.
Tophane olayının (gelin, kendiliğinden olduğunu varsayalım) bir boyutunun “halkın mekânlarının kaybolmasına tepki göstermesiyle” ilgili olduğu yadsınamaz. Ama bu tepkinin hangi söylemin hegemonyası altında, nasıl dışa vurulduğunu da unutmamak gerekir.
Tophane olayının bir diğer boyutu da “liberal entelijansiyanın yavaş intiharı” ile ilgilidir. Dün, devletin halkına bakma yükümlülüklerinden sıyrılmasını, liberal ekonominin, siyasal İslamın “pasif devrim”sürecini demokrasinin gereği olarak destekleyenler, bugün boşalan yere giren siyasal İslamın getirdiği yaşam tarzının sonuçlarıyla karşılaşıyor.
No comments:
Post a Comment