ABD kaynaklı “Yumuşak güç” teorisiyle, siyasal İslam’ın hegemonya projesinin, siyaset kültürünün AKP döneminde buluşması, referanduma doğru ilginç görüntüler üretmeye başladı
Gramsci’nin kötü kopyası
Hegemonya kavramı iki özelliğin diyalektiğine işaret ediyor: Biri rakipsiz bir şiddet uygulama kapasitesine sahip olmak. İkincisi liderliğini kabul ettirerek yönlendirebilmek. Bunlardan ikincisi egemense hegemonya istikrarlı bir biçimde sürdürülebiliyor.
Gramsci’nin 1930’larda geliştirdiği hegemonya teorisini, Prof. Joseph Nye, “Amerikan gücünün değişen doğası “(1990) başlıklı kitabında, sert ve yumuşak güç kavramlarıyla ABD dış politikasının soğuk savaş sonrası sorunlarına uyarlamayı denemişti. Ancak, Nye, “sert” ve “yumuşak güç”ü yapısal özelliklerden kaynaklanan kapasiteler değil, adeta raftan alınarak kullanılacak araçlar olarak görüyordu.
Nye’ göre “yumuşak güç bir ülke kendi istediği şeylerin diğer ülkeler tarafından da istenmesini sağladığı zaman başarıyla uygulanmış oluyor”: Ben bunları istiyorum. Sen de aslında ayni şeyleri istiyorsun, beni izleyebilirsin.
Nye’nin, neredeyse bir “kamu diplomasisi” girişimine indirgediği, “yumuşak güç” kavramına, AKP yandaşı yazarların yorumlarında çok sık rastlıyoruz. Ancak bu “yumuşak güç” kavramı, AKP’nin elinde, siyasal İslam’ın takiye kavramıyla karşılaşınca tepetaklak oldu; karşısındakileri, onların istedikleri şeylerin, aslında AKP’nin de istediği şeyler olduğu izlenimi vererek yönlendirme çabasına dönüştü: Sen bunları istiyorsun. Merak etme ben de zaten aynı şeyleri istiyorum…
Müslüman Kardeşler ve Humeyni
Klasik hegemonya süreciyle, “yumuşak güç”lü takiye durumu arasındaki farkı, siyasal İslam’ın dinamikleri bağlamında sanırım şöyle örneklendirebiliriz.
Mısır’da Müslüman Kardeşler, rejim karşısından bir siyasi blok oluşturmaya çalışırken, siyasal İslam’ın projesini açıkça savunuyor, sivil toplum içindeki etkinlikleriyle halka, bu projeyi sorunların tek çözümü olarak öneriyor.
Humeyni ise Avrupa’da sürgündeyken, ülkedeki Şah karşıtı muhalefetin her kanadına, onların duymak istedikleri şeyleri söyledi, eşitlikten, özgürlükten, kadın erkek eşitliğinden, çoğulculuktan, hatta emperyalizm, kapitalizm karşıtı olmaktan söz açtı; onların taleplerinin, aslında kendisinin de talepleri olduğunu anlattı. Ancak, Humeyni iktidar geldikten sonra tam aksi yönde fetvalara, uygulamalara imza attı. Humeyni, ‘Şah karşıtı blok’u kendi yanına çekmek için, halkı, solun siyasi liderlerini kandırdı. Bugün, Mısır’da, Müslüman Kardeşler güçlenmeye devam ediyor. İran’da ise, giderek daha çok şiddete başvurmak zorunda kalan molla rejiminin günleri sayılı…
Ve AKP
AKP, başından beri, halka ve entelektüellere dönüp siz demokrasinin sınırlarının genişlemesini, Kürt sorunun çözülmesini, 12 Eylül kalıntılarının temizlenmesini, darbe korkusunun sona ermesini, AB üyelik sürecinin başarıyla sonuçlandırılmasını istiyorsunuz, bende istiyorum dedi. Yerli ve yabancı iş çevrelerine de serbest piyasa, Avrupa Birliği reformları vaat etti. ABD’ye dönüp bölgede demokratik görünüşlü bir Müslüman devlet istiyorsunuz, Araplara, İsrail’e kafa tutacak güçlü bir ülke istiyorsunuz, biz de aynen bunları istiyoruz dedi.
Bir süre işler gibi görünen bu yaklaşım, AKP’yi desteklemeyi kabul edenler, beklentilerine uymayan gelişmeler görmeye başlayınca, Arap dünyası lider aramadığını vurgulayınca, “açılımlar” kapanmaya başlayınca dağılmaya başladı.
AKP döneminde, Yahudi düşmanlığı açıkça dile getirildi (“Dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman sizi kalkıp da bu topraklarda ağırlayan, misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz”, “Öldürmeye gelince siz çok iyi bilirsiniz”, ““Yahudiler parayı, bilgiyi çok iyi yönetirler… ), kadın erkek eşitliğine inanılmadığı vurgulandı. Kürt sorunu, “açılımla” başladı, kitlesel tutuklamalarla devam ederek, “özel ordu” projesine, Manisa, İnegöl, Hatay “durumlarına” ulaştı. Darbeyi önleme söylemiyle, yüzlerce insan içeri alındı, ama temel hukuksal, insani hakları da ayaklar altına… Telefon dinleme, kişinin mahremiyet hakları ihlal edildi, muhalefete yönelik bir korku ortamı yaratıldı. Tüm bunlar “demokratik dönüşümler” adı altında yaşandı!
Son olarak, Başbakan, referandum “zaferi” tehlikeye girince, “yumuşak güç” uygulamasını takiye ile karıştıran, ABD’de zora düşen siyasilerin halk önünde ağlama taktiğinden esinlenen danışmanlarının katkısıyla olacak, 12 Eylül idamlarının arkasından, 30 yıl sonra, gözyaşı akıtarak, sosyalistlerin aklını karıştırmayı denedi. Ama hem öfkeli bir tepkiyle karşılaştı, hem de alay konusu oldu.
Tarih, liderliğini kabul ettirme kapasitesinin zayıflamasına bağlı olarak, hegemonya sarsılmaya başlayınca siyasi süreçlerde şiddet ve baskı unsurunun artarak devreye girdiğini gösteriyor. Bu arada, kimi entelektüeller, “sosyalistler”, siyasal İslam’ın dümen suyunda kalarak, şiddete, baskıya mazeret üretmeye hala devam ediyorlar…
No comments:
Post a Comment