Anlamlar zinciri kırılınca, insanda şizofreniyi andıran bir akıl istikrarsızlığı oluşur, uzlaşmaz söylemler arasında gidip gelmeler başlar.
Siyasal İslamın, laikliği ve “1923 olayını” hedef alan yükselme süreci, Türkiye entelektüelleri arasında tam da böyle bir duruma yol açtı.
Darbe fantezileri ve ‘derin devlet’in ‘gerçeği’
Kimi sosyalistler, siyasal İslamın yükselen dalgasına takılmak, AKP gemisine atlayabilmek için, liberalizmin siyaset paradigmasını benimseye başladılar. Bunlar, “askeri darbeleri kim yapar, arkalarında hangi sınıf ilişkileri vardır, neden ve ne zaman gündeme gelirler?” gibi sorulara ilişkin tartışmaları, sosyalist geleneğin teorik kazanımlarını unuttular. Askeri darbeleri birtakım kötü subayların komplolarına indirgediler.
Böylece, sermayeyi, emperyalizmi devreden çıkartarak aklamış, Nazizmi Hitler’in sapıklığına bağlayan muhafazakâr-liberal dünya görüşüyle buluşmuş oldular. Şimdi hem sosyalizmden söz ediyorlar hem de liberal -reaksiyoner- görüşleri birlikte savunuyorlar… Artık, doktor, ne yerse yesin demiş türünden bir durum söz konusu…
Benzer bir şizofreniye liberal entelektüeller içinde de rastlıyoruz. Bunlar siyasal İslamın gerçek derinliğini ve kültürel mirasını küçümsediler, “değişim” trenine atlayıp, akıllarınca, ülkeyi liberal demokrat bir yere taşımak için AKP’nin iç ve dış politikalarını yönlendirme sorumluluğunu üstendiler. Bunlar, kısa sürede siyasal İslam ve emperyalizm arasında, ne dediklerini bilemez hale geldiler.
Örneğin bu “demokratlardan” birine göre eğer, Öcalan’a bu terörü bitirmezsen, seni asarız, denseydi bu olayların hepsi, hemen biterdi. Bu zırvalık yüzünden başı belaya girince de aklı karıştı, “Türkiye’de ne PKK sorunu ne Alperenler açmazı ne de Ergenekon problemi vardır. Olan yalnızca derin devletin vesayet sorunudur” deyiverdi.
Kapitalist demokrasinin, sosyalist alternatifinin şekillenmesine paralel olarak tüm devletlerin içinde, halkın iradesinin, seçilmiş hükümetlerin, rejimi değiştirmesini engellemekle, kendince uzun dönemli tarihsel bir çizgiyi savunmakla görevli teknokrat ve bürokratlardan oluşan bir çekirdek oluştu.
Bu çekirdek (derin devlet) üç beş manyağın yaşam alanı değil, ülkenin sınıflar matrisi içindeki egemenlik ilişkilerinin, emperyalizmin egemenlik ilişkileriyle kesiştiği noktada oluşan ekonomik, ideolojik ve siyasi iktidarın kristalleşmiş ifadesidir. Diğer bir deyişle bu “derinlik” tüm kapitalist ülkelerin devletlerine ait, olmazsa olmaz, yapısal bir zorunluluktur. Günümüzde, devletin “derin olmayan” kısmı, “derin devlet” sayesinde var olmaya devam eder! “Derin devlet”, modern kapitalist devletin özüdür!
Liberal dünya görüşünün devlet anlayışını benimsiyorsanız, hükümetlerle derin devleti karşı karşıya koyabilir, derin devletin denetlenebileceğine ilişkin fanteziler üretebilirsiniz. Ama her kritik noktada sermayenin “gerçeği”, bu fanteziyi delerek sizi “düş” kırıklığına uğratmaya devam eder. Aklınız sürekli karışır…
Yükselen Türkiye filan…
AKP dış politikasının fantezileri çökerken “yükselen şizofreni” giderek komikleşen örnekler üretmeye başladı.
“ABD tek süper güç, onun bölge politikalarına uyum sağlamak gerekir”, varsayımıyla yola çıkanlar pratikte, ABD-AKP ilişkilerinin, ABD çıkarını kollayan bekçisi oldular. Ancak AKP ve siyasal İslamın Türkiye’yi değiştirme süreci hızlanırken ABD hegemonyası gerilerken, bunların kafaları karıştı. Birden görüşlerini değiştirip, çokkutuplulaşan dünyada ABD’nin gerilemekte, Türkiye’nin bölgede yükselmekte olduğu sonucuna ulaştılar.
Ancak Türkiye’nin bölgedeki, “Yeni -sıfır sorun- Osmanlı barışı”, “Müslüman dünyasının liderliği” gibi fantezileri çok yaşamadı. Arap dünyası, AKP’ye, kimi zaman kibarca, kimi zaman açıkça, liderlik aramadıklarını anımsattı. Hamas, arabulucu olarak Mısır’ı seçtiğini, Suriye, İsrail-Türkiye arasındaki yeni dinamiğin, Türkiye’nin arabuluculuk şansını azalttığını açıkladı. Bölgede, İran karşıtı bir blok şekillenirken yorumcular, AKP-İran ilişkilerinin Türkiye’nin ayağına dolaşacağını vurgulamaya başladılar…
Son ABD ziyaretlerinde, Erdoğan’ın, Obama hükümetince değersizleştirilmesi, buna karşılıkNatenyahu’nun Beyaz Saray’da misafir edilmesi karşısında kafaları karışan liberal entelektüellerin şizofrenisi had safhaya ulaştı… Bunlardan biri, geçen hafta, bir taraftan Türkiye’nin yükselen güç olduğunu anlatmaya çabalıyordu. Öbür taraftan, “Obama’nın (…) Türkiye için söyledikleri, Türkiye’nin ve bu arada Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümetinin yakın geleceği açısından, Anayasa Mahkemesi’nin referanduma yolu açan kararından daha bile önemlidir.”… Bunun “nedenini tartışmak gereksizdir” saptamasıyla, Türkiye hükümetinin geleceğinin, aslında ABD Devlet Başkanı’nın iki dudağının arasında olduğuna inandığını itiraf etmiş oluyordu.
“Tartışılması gereksiz” olanlar ise Türkiye’nin “yükselen” değil, ‘bağımlı ülke’, ekonomisinin ve devletinin de buna göre şekillenmiş bir yapısı olmasıyla ilgiliydi…
No comments:
Post a Comment