“ABD’nin 24 Nisan’ı ‘Ermeni soykırımınıanma günü’ ilan etmesini öngören yasa tasarısının Temsilciler Meclisi gündemine alınması, Dış İlişkiler Komitesi’nin 4 Mart oylamasında kabul edildi.” Bu haberin yayımlandığı gün gazete köşelerinde, özellikle AKP yanlısı yazarlarda egemen hava, “Teori gridir ama hayat yeşildir”ilkesinin kendini bir kez daha dayattığını gösteriyordu.
Bu ilkenin kendini dayattığı durumların en çarpıcı örneklerinden birine ABD Merkez Bankası önceki başkanıGreenspan’ın Senato komisyonunda verdiği ifadeyi izlerken şahit olmuştuk. Greenspan, gerçekliğin, yaklaşık kırk yıldır dünyayı anlamlandırmakta kullandığı düşünsel sistemine uymadığını görmekten dolayı çok şaşkın olduğunu söylüyordu.
Mali kriz, Greenspan’ın, “serbest piyasanın kendiliğinden dengeye geldiğini, ekonomik özneler rasyonel beklentilerle davrandıklarını” savunan“teorisinin” hayatın yeşilinden ne kadar uzak olduğunu ortaya koydu. Greenspan gibiler, şimdi pişman olmuş insan taklidi yapıyorlar, ama bu serbest piyasa dogmatizminin yol açtığı felaketleri ortadan kaldırmıyor.
Şimdi benzer bir “yeşil ve gri” ilişkisinin Türkiye’nin dış politika doktrini ve uygulamaları alanında şekillenmekte olduğunu görüyoruz.
İki saptama ve bir varsayım
AKP iktidara gelirken yapılan tartışmalara ve dış politikaya yön veren “Stratejik derinlik” tezlerine bakınca, iki temel saptama ve bir varsayım dikkat çekiyor. Saptamalardan biri, AKP’nin iktidara gelişinin arkasındaki tarihsel ve jeopolitik “gerekliliğe” ilişkin olarak“tarihte ilk kez iç ve dış dinamiklerin çakıştığını” ileri sürüyordu. Diğer bir deyişle, Türkiye’de güçlenen bir akımın planlarıyla, uluslararası güçlerin beklentileri örtüşmüş, bu ikisi arasında bir sinerji oluşmuştu.“Stratejik derinlik” başlıklı kitabın teorik sonuçları da, Türkiye’nin bölgede güç yansıtabilmek için uluslararası bir büyük gücün kaldıracına (desteğine) gereksinim olduğuna ilişkindi. Böylece, Türkiye’ye bir alt-emperyalist işlev biçiliyordu. Türkiye hem komşularıyla“sıfır sorun” ilkesine dayalı bir dış politika izleyebilir, hem de tarihsel kültürel zenginliğine dayanarak Ortadoğu’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyada bir “Osmanlı barışı” alanı oluşturabilirdi.
Bir kapitalist devletin dış politika hedefleri açısından (ideolojik cilasını kazımaya kalkışmazsak) bu “sıfır sorun” ve “barış alanı” hedeflerinin, kabul edilebilir hatta arzu edilebilir olduğu söylenebilir. Ama ne yazık ki, gri renkli teorinin (doktrinin), hayatın yeşilliğinin hışmına uğrayarak dağılması gibi bir olasılık da vardır.
Eğer “iç dinamiklerle dış dinamikler arasındaki uyum” bozulursa, bölgede kaldıraç olarak kullanılacak olan büyük güçle, bu kaldıracı kullanmayı zorlaştıracak türden gerginlikler oluşmaya başlarsa, bölgede komşuların kendi aralarındaki yüksek oktanlı gerginlikler, kendilerini pratik sonuçlarıyla birlikte açığa vurmaya başlarsa, AKP hükümetinin ve dış politikasının ivmesine enerji veren dayanaklar ortadan kalkmaya başlayacaktır.
Gürcistan - Rusya savaşının ardından Başbakan’ın, inisiyatif kullanarak, bölgede çıktığı istikrar sağlama gezisi karşısında içerde ve dışarıda yükselen eleştirel sesleri anımsayınca, böyle bir sürecin Davos olayından önce başladığını düşünüyorum. Ama sanırım Davos olayı bir dönüm noktası oldu. Ondan sonra Türkiye’nin “Batı’dan kopmaya” başladığına ilişkin yorumlar ABD ve İngiltere medyasında giderek artan sıklıkta görülmeye başlandı. Aksini savunan, güven vermeye çalışan yorumlar ise giderek azınlıkta kalıyordu. Başbakan’ın son ABD ziyareti sırasında yaşananlar, bu ziyaretin arkasından, oluşan ağır hava da bir şeylerin iyi gitmediğini gösteriyordu. O sırada Russia Today televizyonunda bir“istihbarat uzmanının”, ilk anda “gri propaganda” kokan “Obama yönetimi Ergenekon’un kendi ilişkilerini de destabilize etmeye başlamasından şikâyetçi, bunu da Erdoğan’a söylediler”diyen yorumu da şimdi, son aylarda, ABD medyasında, “Ergenekon”, sonra da “Balyoz” bağlamında kimi kaygıları dile getiren yorumlardaki artışların ışığında daha bir ilginçlik kazanıyordu.
Giderek İran’a yönelik ambargo olasılığı gündemde öne çıkar, tam bu sırada Türkiye’nin İran’la ilişkileri dikkatleri çekmeye başlarken yapılan ticaret anlaşmaları, Prof. Davutoğlu’nun bence çok haklı olarak yaptığı “Ortadoğu Sorununda Quartet işlevini yitirdi, yol haritası değil, yolun sonuna ulaşmak gerekiyor” saptamaları, büyük olasılıkla ABD tarafında Türkiye bağlamında oluşan belirsizlikleri ve kaygıları güçlendiriyordu.
AKP’nin, kendisine açık uluslararası manevra alanına, hegemonyacı ortağının “tolerans sınırlarına” ilişkin varsayımları zorlanırken dış politika doktrini, yaşamın yeşilliğine çarpmaya başlamış gibi görünüyor
No comments:
Post a Comment