Thursday, May 22, 2008

1 Mayıs’tan Sonra Sol

“Sol” çevrelerde “düşünme” çabalarının arttığı görülüyor. Ancak 1 Mayıs’ın yarattığı son derecede olumlu travmaya karşın “sol”un (liberal, sosyalist ve taklitçi kanatlarıyla) hâlâ 1980 sonrası döneme damgasını vuran “restorasyonun” ideolojik hegemonyasından kurtulamadığı söylenebilir. Bu hegemonya hem kendi durumunu, hem ülke politikasını, özellikle de AKP’yi “düşünmesini” zorlaştırıyor.

1 Mayıs travması

1 Mayıs olayları, kimi “sol” (aslında liberal demokrat) çevrelerde AKP üzerine üretilen fanteziyi büyük ölçüde yıktı. Sungur Savran “Radikal İki”de Ahmet İnsel, Baskın Oran, Fuat Keyman’ın bu fanteziye yaptığı katkıları gayet iyi özetlemiş (11/05/08). Bu kişiler AKP’ye demokratik misyon atfetmişlerdi. 1 Mayıs, AKP’nin işçi sınıfı düşmanı yüzünü gözler önüne serdi. Ancak “sol”da canlanmaya başlayan “düşünme” sürecinde giderek yaygınlık kazanan bu saptamalar yeterli değil. Nedense sol, AKP’nin 1 Mayıs’ta keşfettiği bu özelliğini, AKP’nin diğer bir grup başka özellikleriyle ve diyalektik bir bütünlük içinde düşünmekten ısrarla kaçınıyor.

Neoliberalizmin tetiklediği şiddetli bir ekonomik ve politik kriz içinde hükümete gelen AKP, krizin açtığı toplumsal yaraları saran bir çizgi izlemek yerine, neoliberalizmin programını derinleştirerek uygulamaya devam etti. Bu yüzden AKP’nin, kendini demokrasi yağına bulanmış dinci popülist bir ideolojiyle ne kadar gizlerse gizlesin, işçi, emekçi ve alt sınıflara düşman bir parti olduğunu anlamak için 1 Mayıs’ı yaşamak gerekmiyordu.

AKP yönetiminin Türkiye ekonomisindeki yapısal etkilerini, Ortadoğu halklarına yönelik niyetlerini görebilmek için acaba nasıl bir travma yaşamak gerekiyor? AKP bir taraftan bir ekonomik, siyasi ya da doğal kriz anında, gerektiğinde ve uygun siyasi irade oluştuğu takdirde, emekçi kitleleri krizin yıkıcı etkilerine karşı biraz olsun korumak açısından önemli araçlar olan kamu işletmelerini yok pahasına, finansal yapıyı da ulusal (ülke sınırları içinde yaşayanlar ve kendi hükümetlerini seçenler anlamında) bir ekonomi yönetimini olanaksız kılacak biçimde elden çıkarmaya devam etti. Diğer taraftan AKP, ABD’nin bölge halkına savaş ve sömürüden başka bir şey getirmeyen projelerine gönüllü olarak katılmanın ötesinde, “yeni Osmanlı”, “stratejik derinlik”, “Müslüman Cumhuriyet” projeleri bağlamında bir taşeronluk görevi üstlenmeye son derecede istekli davrandı. “Sol”, AKP’ye ilişkin değerlendirmelerine hâlâ bu görüntüyü almamakta “nedense” ısrar ediyor. Değerlendirilmesi gereken bir olgu daha var: “Sol”un AKP çözümlemeleriyle, ABD ve AB muhafazakâr ve de liberal çevrelerinin, Pentagon raporlarının AKP ve Türkiye değerlendirmeleri “nedense” örtüşüyor.

Restorasyonun direnci

Aslında “sol”un çok büyük bir kesimi açısından bu örtüşmenin nedenleri bellidir. Birincisi, “sol”, küreselleşme fantezisinin etkisiyle, emperyalizm kavramını söyleminden çıkardı. İkincisi, “sol”, postmodernizmin “Aydınlanma olayına” yönelik eleştirisinin cazibesine kapıldı. Böylece bilimsel düşüncenin ve ilişkili “hakikat rejiminin” solun geleneği ve bundan sonraki varlığı açısından ne kadar önemli olduğunu “unuttu”. Sol, demokrasi kavramı altında, yalnızca sınıflar üstü değil, aynı zamanda somut aidiyetlere (dinsel, etnik, cinsel kimlik), kısmi sorunlara odaklanan, “yapıyı” hedef almayan, “yapının” sınırlarını veri kabul eden bir politika anlayışının etkisi altına girdi.

Emperyalizm kavramını kullanmamakta, “demokrasi” ile “dini hakikat” rejimi arasındaki uyuşmazlığı görmemekteki ısrar, pratikte, ülkede ve tabii öncelikle emekçi sınıfların “yaşam dünyasında” uluslararası kapitalizmin ve siyasal İslamın projeleri doğrultusunda dayatılan dönüşümlere gözlerin kapalı kalmasına yol açtı. Bu durum, “sol”un, “restorasyonun” ideolojik etkisinden hâlâ sıyrılamamış olduğunu gösteriyor.

Şu sıralarda, sol içindeki tartışmaların, belediye seçimlerine girerken uygun bir platform (“çatı partisi” filan…) arama çabası üzerinde yoğunlaştığı görülüyor. Yine görülüyor ki “sol”un bir kısmı geçen seçimlerde hemen hiçbir siyasi sonuç yaratmayan bir taktiği yeniden denemek istiyor. Bitirirken, bu tutumun bir tür ruh hastalığını (histeri) çağrıştırdığına dikkat çekerek, esas olarak şu soruyu vurgulamak istiyorum: Sol yerel seçimlerde (hangi biçim altında girerse girsin) hangi çizgiyi benimseyecek? Eleştirilerini iktidardaki AKP’ye mi yöneltecek, yoksa gerekçesi (Hangi sınıf çıkarları adına? Hangi sınıflara karşı ve niye?) bir türlü teorize edilemeyen bir askeri darbe korkusuyla küçük ve artık etkisiz bir CHP ile mi uğraşacak?

1 comment:

1234Haber said...

Sayın Ergin Yıldızoğlu,
Size başka bir yerden ulaşamadığım için buradan yazıyorum. Ben Galatasaray Üniversitesi'nden Tolga Çevikel, İletişim Fakültesi'nde araştırma görevlisiyim. Şu sıralar Türkiye'deki bloglarla ilgili bir doktora tezi hazırlıyorum ve bu tez kapsamında daha çok ülkenin politik/toplumsal gündemiyle ilgilenen bloglar üzerinde çalışıyorum. Siz de uygun görür ve vakit ayırırsanız, blogunuzla ilgili olarak sizinle tanışıp söyleşmek istiyorum. Size uygun olacak herhangi bir yer ve zamanda, yarım saatinizi almak kaydıyla böyle bir görüşme gerçekleştirebilir miyiz? (Sanırım yurtdışındasınız, bir chat ortamında görüşmemiz ya da sorularımı size e-posta ile göndermem de mümkün olabilir, kabul ederseniz.) İlginiz için teşekkur ederim.
Görüşmek dileğiyle,

Tolga Çevikel
( http://arama.gsu.edu.tr/tr/personel_cv_tr.php?pk=590 )

Galatasaray Üniversitesi
İletişim Fakültesi
(212) 227 44 80 / 637

Daha önce bazı blog yazarlarıyla yaptığım benzer görüşmelerin kayıtlarına şuralardan ulaşabilirsiniz:

http://www.derinsular.com/memorandum/2008/05/sokaktaki-adam-aslinda-pek-de-ic-acici-biri-degil.php
http://www.dusunceler.org/blog/2008/05/19/yorum-bloglari-uzerine-roportaj
http://www.cagatayca.com/2008/05/cagatayca-roportaji.html
http://www.pakvizyon.com/?p=290