(Cumhuriyet, 28/11/07)
AKP yanlısı yazarlar giderek, La Fontaine’in, öküze özenen kurbağasına benzemeye başladılar. Bizden uyarması, “aman beyler dikkat! Böyle giderseniz çatlayacaksınız!”
Bataklıktaki kurbağanın trajik öyküsü
Küçük, yumurta kadar bir kurbağa bataklıkta otururken bir öküzü görmüş. Cüssesine hayran kalmış. Onun gibi olmak istemiş. Üfleye püfleye kendini şişirmeye başlamış. Sonunda da çatlayarak ölmüş. La Fontain, “dünya böyle akıllılarla doludur” diyor.
Bizimkilerde de bir hava, yazdıklarını okuyunca gözlerinize inanamıyorsunuz. Türkiye’nin diplomasi trafiği son aylarda hızlandı ya, birileri, T.S Eliot’un “deneyimi yaşadık ama anlamını gözden kaçırdık” sözlerindeki gibi, “anlamı tamamen gözden kaçırarak” teoriler üretmeye başladılar.
Efendim Türkiye AKP hükümeti ve Prof. -Stratejik derinlik- Davudoğlu sayesinde, artık “soğuk savaş dönemindeki gibi bir uydu ülke olmaktan çıkmış, bölgesel bir hegemon olmuş”. “Türk lirası dünyanın en değerli paraları ligine yükselmiş. Ülke ihracat rekorları kırıyor, kentleri inşaat şantiyelerine benziyormuş.” “Arap ülkeleri Türkiye’ye, özellikle de, ABD güçlerinin, Kuzeyden Irak’a geçmesini engellediği için hayranlık duyuyorlarmış. Türkiye bölgedeki Müslüman ülkelere benzersiz bir örnek oluşturuyormuş”…
Dış İşleri Bakanı ve Baş Müzakereci Ali Babacan, “bölgesel hegemon” olmanın verdiği öz güvenle olacak, AB’ye, ayırtında olmadığı (ne de olsa onlar dünkü çocuk, bizim stratejik, tarihsel derinliğimiz var) çıkarlarını anımsatıyor, “Avrupa’nın küresel güç haline dönüşmesinde Türkiye’nin AB üyeliği vazgeçilmez bir rol oynayacaktır”.
Biraz teori
Bir ülke de kendi başına hegemonyacı güç olamaz. Bir ülke, genel olarak kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebildiği bir grup ülkenin varlığı halinde, onlara göre hegemonyacı bir güç olarak tanımlanabilir. Bu yönlendirme kapasitesinin iki bileşeni var. Biri, ekonomik güç, örnek alınacak ekonomik model, kültürel yaşam, çekicilik gibi etkenlerden kaynaklanan, yönlendirilen ülkelere bu bağlamda sunulan bir tür kamusal hizmetler üzerinde oluşan kabule dayalı liderlik. İkincisi, söz konusu ülkeler grubuna, çeşitli düzeylere güvenlik sağlayıcı hizmet sunabilen bir askeri güç, rakipsiz bir şiddet uygulayabilme kapasitesi.
Bu ölçütlerle bakıldığında, Türkiye AKP döneminde hangi ülkeler grubu karşısında hegemonyacı konuma yükselmiş, bu sayede hangi çıkarlarını elde etmek için bu ülkeleri
yönlendirmeyi başarmıştır. Bu sorulara, hüsnü-kuruntu ve vehim dışında hiç bir olumlu cevap verilemez, örnek gösterilemez.
Biraz da gerçeklik…
TL’nin en güçlü paralar ligine katılması bir marifet değil, yabancı spekülatöre, (pardon yatırımcı diyecektim) güvenli ortam sunmak ve ülkenin birikmiş servetinden değer transferi için TL’nin aşırı değerli tutma politikasının soncudur; Türkiye mallarının dünya piyasalarını fethetmesinin sonucu değil. Bu bağlamda “muazzam ihracatın” ülkeye neye mal olduğuna görebilmek için cari açığa, dış borç stokuna bir göz atmakta yarar olabilir. Ülkenin kentlerinin şantiyeye dönmesine gelince söylenecek iki çift söz var. Birincisi, 1996 yılında, Asya krizinden az önce, Tayland ve Endonezya gibi ülkelerin kentleri de şantiyeye dönmüştü. İkincisi, bu binaların yapılırken ve satılırken devreye giren kredilerin finansmanının yakında nelere yol açacağını görebilmek için bakınız ABD morgıç krizi.
Biraz da kafa karışıklığı üzerine. Türkiye’nin yükselen hegemon olduğunu savunan yazar şişinirken, Mart tezkeresinden, hani Wolfowitz’in Rumsfeld’in ağzını bozan teskere var ya ondan pay çıkarıyor. Yanlış mı anlıyorum, yoksa yazar, bu hükümetin, kendi tezkeresini bilerek engellediğini mi iddia ediyor? Ya Babacan? O da AB’ye ABD’ye karşı ittifak mı öneriyor? Bizi alın sizi ABD karşında küresel güç yapalım…
Tüm bu şişinmeye, patlama vukuu bulmasın diye havasını almak için iğneyi Morton Abromovitz batırıyor, fazla acıtmamaya çalışarak: “Türkiye Ortadoğu’da bir yüzyıldır olmadığı ölçüde bir oyuncu olmuştur”…. “Ancak”, diyor “rolü etkin ve yapıcı bir oyuncu olmakla sınırlıdır; bölgede bir karar verici ve önden gelen bir kolaylaştırıcı olmayacaktır”… Abramowitz bir “uydu ülkeden mi” söz ediyor yoksa “bir bölgesel hegemondan mı?” Karar sizin.
Son bir not da siyasal İslam’ın, “Kemalizm’in” din olduğunu iddia eden “yarı-münevverler” ajitatörlerine: İslam’ın temel metni, Peygamberin eylemleri, eleştirilebilir, “doğru-yanlış” ikilemi içinde tartışılabilir mi? Eleştirilemez, tartışılamaz, çünkü İslam bir dindir, “mutlak”a ilişkindir. Buna karşılık Kemalizm’in temel metinleri, Mustafa Kemal’in uygulamaları tartışmaya, eleştiriye açıktır. Çünkü Kemalizm bir din değildir!
Sunday, December 02, 2007
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
2 comments:
Nefis ayagi yere basan tutarli elestiriler... AKP'yi elestirenlerin hepsi bu sekilde elestirmeli.. Sadece turban uzerinden yapilan sig elestiriler ters tepiyor...
Çok doğru. Nedense hep sığ ve düzeysiz eleştirilerle karşılaşıyor bu adamlar, işleri çok rahat. Adamların doğrudan işine yarıyor.
Post a Comment