(Cumhuriyet 05.12.2007)
Başlığı Oktay Ekşi 'nin cumartesi günkü ilginç yazısından aldım. Ekşi, yazısına "İKTİDARDAKİ partinin adına bakarsanız 'Adalet' kavramının bu parti için çok önemli olduğuna hükmetmeniz gerekir. ...parti programına da bakarsanız, ' Yargıç tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığını tam olarak sağlamayı ve yargıç güvencelerini korumayı' taahhüt ettiklerini görürsünüz. Tıpkı 'herkesin iktidarı' olmayı vaat edip de hemen unutuvermeleri gibi adalet konusunda da taahhütlerini unuttular. Pardon unutmak bir yana, Meclis'e verdirdikleri bir yasa önerisiyle tam tersini yapmaya kararlı olduklarını ortaya koydular" saptamalarıyla başlıyor; " Başbakan'ın her fırsatta dile getirdiği 'yargıyı tarafsızlaştırma' vaadini, 'yargıyı AKP'lileştirerek' gerçekleştirmiş (!) olacaklar " dedikten sonra, bunun nasıl gerçekleştirildiğini, Anayasa Mahkemesi 'nin AKP hükümetinin aracı haline geldiğini anlatıp, " Hukuk dünyamız da 'yargı bağımsızlığını' mahveden bu cinayeti seyrediyor" saptamalarıyla bitiriyor.
Yazılarını her gün, mutlaka okuduğum Ekşi'ye haksızlık etmek istemem ama, AKP'nin yaptıklarında şaşılacak bir şey yok! Süreç doğasına uygun bir biçimde seyrini izliyor; durdurulmadığı sürece de izlemeye devam edecek!
Parti gibi parti
Bugün, birçok yazarın, AKP'nin uygulamaları karşısında, düş kırıklığına uğramalarının, kandırıldıklarını düşünerek sinirlenmelerinin arkasında, sanırım "dün" , AKP'nin "Parti gibi parti" olduğunu görememiş ya da görmek istememiş olmaları yatıyor.
Biraz ağır kaçabilir ama, ülkede siyasi parti tarifine uyan tek yapılanma AKP'dir. Bunun dört nedeni var: Birincisi AKP, yaygın taban örgütleri olan, hem kadro hem de kitle partisidir. İkincisi, etrafı çok çeşitli, toplumun dokularına nüfuz eden yaygın, derin sivil toplum örgütleriyle, çevre ağlarıyla çevrilidir. Üçüncüsü, AKP salt yerel (ülke çapında, ülke dinamiklerinden kaynaklanan) değil aynı zamanda uluslararası boyutu olan bir siyasi-kültürel dalganın (siyasal İslam) parçasıdır. Nihayet dördüncüsü, AKP özgün bir kültüre, toplumsal projeye, buna bağlı olarak uzun erimli "sadakatlere" sahiptir.
Bu nedenlerle AKP, daha ilk kez seçimlere girmeye hazırlanırken, AKP'nin toplumsal projeye ve sosyal tabana sahip bir parti olduğunu, bu projeye, sosyal tabana, mutlaka bir ölçüde "sadakat" göstermek zorunda kalacağını, AKP yönetimi altında toplumun, bu sosyal projenin ve tabanın arzuları yönünde giderek dönüşeceğini savunmuştuk. Son seçimlerden önce yine bunları tekrarladık; ek olarak, seçimlerden sonra AKP'nin ilk dönemine göre çok daha hızlı, kendine güvenli ve artık "yol arkadaşlarının" isteklerine, eleştirilerine fazla önem vermeden davranmasını beklediğimizi söylemiş, bu momentumu kırmanın önemini vurgulamıştık.
AKP'nin "Parti gibi parti" olduğunu, gerçek bir siyasi iktidarı gerçekten arzuladığını, tarihte benzer süreçleri çözümleyen Gramsci gibi düşünürlerin yapıtlarından, Mısır gibi ülkelerin Müslüman Kardeşler gibi yapılanmalarının deneylerinden de elimizden geldiğince yararlanmaya çalıştığımız için zamanında görebildik. Ne yazık ki, öngörülerimiz gerçekleşiyor.
'İki taktik'
Ne yazık ki bu süreç işlemeye devam edecek! Gelin, gerçek iktidarı ele geçirmeye gerçekten niyetli bir başka, kadrosuyla, kitlesiyle, toplumsal projesiyle gerçek bir siyasi partinin , Rus Sosyal Demokrat Partisi 'nin lideri Lenin 'in Rus Sosyal Demokrasisinin İki Taktiği (1905) kitabından yararlanalım.
Kitabı, kendi özgün tarihsel koşullarından soyutlayarak, o tarihsel koşullara, söz konusu partinin öznel koşullarına, sınıf karakterine ilişkin tartışmaları ayıklayarak, Gramsci'nin tezleriyle birlikte okursak karşımıza, iktidarı ele geçirmeye ilişkin şu tipik model çıkar:
Bir tarafta, " aşağıdan yukarı" etkisini genişleterek, güçlenerek, toplumun dokusunu moleküler düzeyde dönüştürerek yükselen bir siyasi/toplumsal hareket. Diğer tarafta, onun etkisiyle Meclis'e girmiş, hükümet düzeyine ulaşmış bir siyasi parti. Bu parti, karşıt güçler, yanına çektiği entelektüeller, kültür endüstrisinin seçkinleri arasında bir paniğe yol açmadan, adım adım hayata geçirdiği yasal, bürokratik dönüşümlerle, " yukarıdan aşağı" doğru devleti ele geçirerek bu hareketle birleşir ve süreci tamamlar.
Benzer bir süreci (tarihsel - sınıfsal ve "sosyal projeye" ilişkin farkları unutmadan), Mussolini hükümetinin faşizme geçiş sürecinde de görebiliyoruz. Mussolini de, bir dizi yasayla devleti yavaş yavaş dönüştürür, ama sosyalist lider Giacome Matteotti 'nin öldürülmesine kadar faşist devlete geçilmez. Geçiş son bir yasal düzenlemeyle gerçekleşir.
İsterseniz, felsefeci George Santayana 'nın şu ünlü sözüyle bitirelim: " Tarihten ders almayanlar, onu tekrar etmeye mahkûmdurlar. " Ve sonuçlarına da katlanmaya...
Wednesday, December 12, 2007
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment