Ben haksızlığa dayanamam hemen haksızlığa uğrayanı savunmak isterim. Şimdi de “serbest piyasa”yı savunmak istiyorum. Bir taraftan mali kriz derinleşiyor, diğer taraftan ekonomik durgunluk yayılıyor ya, düne kadar serbest piyasayı savunanlar, sayesinde milyar, trilyon dolarları götürenler, 455 trilyonluk türev piyasasını yaratanlar şimdi dönmüş, serbest piyasaya müdahale etmenin türlü yollarını arıyorlar.
Karışmazsan dengeye gelir!
Bakın beyler, piyasa, Samuelson’un ünlü ders kitabında döne döne anlattığı, Hayek’in, Von Mises’in ve Friedman’ın sürekli anımsattığı gibi, eğer karışmazsanız fazlalıkları temizler, kendiliğinden arz ve talep arasında bir denge noktası bulur.
Eğer fazla üretim yaptıysanız, fiyatlar düşmeye başlayacak, bu fazlalık ya imha edilecek ya da bu fazlayı üreten verimsiz sermaye değer kaybedecek, yok olacaktır. Bu koşullarda bu sermaye üzerinde yaşarken kafasını yeterince kullanamayıp, açgözlülüğüne gem vuramayan, aşırı riskli yatırımlara dalan kapitalist de, kapitalist olma ayrıcalığını kaybedecek, yerini, sermayeyi taşıma hakkını; daha akıllı, daha becerikli olanlara devredecektir. Evrim yasası gibi bir şey: En uygun olan ayakta kalacak! Tabii bu verimsiz işletmede çalışmak gafletinde bulunan işçiler de hatalarının sonucuna katlanacak, işlerini kaybedecek, ya da daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul edecekler.
Yeniden vurgulayalım: Sonunda en verimsizler, en tedbirsizler, en akılsızlar yok olacak; ekonomik yasalara, piyasa kurallarına, sermayenin gereksinimlerine en iyi uyum sağlayanlar ayakta kalacak.
Beyler, geçen 25 yıldır, bu ilkeleri benimsediğinizi sanıyordum. Tam istediğiniz gibi, mükemmele yakın bir serbest piyasa içinde yaşamıyor muydunuz? Şimdi piyasa kendi doğasına uygun bir biçimde gereken temizliği yapmaya başlayınca her taraftan duyulan bu ağlama sesleri de neyin nesi? Faturayı boşuna piyasaya çıkarmak istiyorsunuz. Beyler, eğer siz kaderinizi kabullenip, burnunuzu sokmazsanız, piyasa fazlaları temizleyecek, kendi kendine dengeye gelecek.
Efendim sorun şuradan çıkıyor:
Sermaye sürekli birikerek genişleyen bir ilişki, hatta daha da önemlisi canlı emek tüketerek kâr üreten bir makine. Kapitalist ise bunun üzerinde, bir sembiyoz ilişkisi içinde yaşayan biyolojik üstelik de toplumsal bir organizma. Diğer bir deyişle kapitalistin yaşama istenci ve tabii ki, iradesini başkalarına dayatma eğilimi var.
Bu yüzden sermaye hızla büyürken, kapitalist onun üzerinde yaşayarak, bu ilişkiyi taşırken, arzularını tatmin ederken, iradesini başkalarına dayatırken, kapitalistin piyasayla bir sorunu yok. Aksine kapitalist bu taşıma işlevinin “var oluş düzleminde” (piyasada) hiç kimsenin, hiçbir şeyin sermayenin etkinliğinin önüne geçmesini istemiyor. Sonra piyasa bu denetimsiz ortamda oluşan aşırılıklar ve eksiklikler arasında bir denge kurmaya, sermayenin verimsiz kesimlerinin yok olmasının koşullarını dayatmaya başlayınca da kapitalistin ağzının tadı kaçıyor. Çünkü o bu temizliğin nesnesi olmak istemiyor, servetini yaşam tarzını korumak, alıştığı gibi yaşamaya devam etmek, kapitalist olma ayrıcalığını korumak istiyor, simgesel (sistem dışına düşerek), hatta fiziksel olarak ölmek istemiyor. Bir de işçiler var tabii; grevlerle, protestolarla hatta isyanlarla işleri daha da zorlaştırıyorlar…
İşte o zaman kapitalist, Marx’ın kapitalistlerin “ortak yönetim kurulu” dediği devlete başvurarak, piyasanın temizlik işini durdurmasını, denetlemesini, ya da en azından bu temizliğin maliyetini diğer sınıfların, diğer ülkelerdeki kapitalistlerin üzerine yıkmasını istiyor. Bundan sonrası bildiğimiz hikâye: Sınıf mücadeleleri sertleşiyor, cevap olarak devletin tavrı sertleşiyor; uluslararası rekabet sertleşiyor, cevap olarak devletin tavrı sertleşiyor, ideolojiler, anlamlar dünyası, bu yeni koşullara göre daha baskıcı, daha tutucu biçimler alıyor… Gelsin siyasal istikrarsızlıklar, soykırımlar, uluslararası hatta bloklar arası savaşlar.
Beyler, serbest piyasa bunların hiçbirinden sorumlu değil. Yaşamak isteyen insanların varlığından kaynaklanıyor tüm bu “kötülükler”. Aslında, serbest piyasa mükemmel bir düzenektir, saat gibi işler, eğer insanlar kaderlerine razı olurlarsa, diğer bir deyişle eğer insanlar, insan olmasa…
Ha bir şey daha var. Bilmem farkında mısınız? Kapitalizm, piyasa serbest de olsa (1920’ler 30’lar), düzenleniyor da olsa (1950’ler ve 60’lar) eninde sonunda krize giriyor. Ve hep aynı şarkı: Düzenlenmişse, serbestlik isteyen çığlıklar atıyorsunuz, serbest ise düzenleme, devlet müdahalesi istiyorsunuz.
Beyler, dediğim gibi sorun piyasada değil, hatta sermayede de değil. Sorun bunların gereksinimlerine uymayan insanda. İnsanlar olmasa serbest piyasa da kapitalizm de gerçekten mükemmel sistemler… Ancak insanlardan vazgeçmek söz konusu değil, en iyisi insanların özelliklerine uyumlu, onlara öncelik veren yeni bir sistem düşünmek…
No comments:
Post a Comment