Wednesday, February 26, 2014

Meydan Var, Maidan Var Ama Halk da Var

Kiev’de yaşananlar “Gezi”yi çağrıştırınca hemen iki kanaat oluştu: Maidan “Kiev’in Gezisi”dir. Maidan emperyalizmin oyunudur.

Bir üçüncü yaklaşımı Deniz Yıldırım (Birgün), Fatih Yaşlı (SoL) dile getirerek, ülkenin özgün koşullarını, Maidan’dakilerin ekonomik, siyasi iktidar yapısının karşısındaki tutumlarını düşünmek gerektiğini vurguladılar.

Ben de bu üçüncü yaklaşımın içinde var olan bir boyutun üzerinde düşünmek istiyorum. Evet “Ukrayna’da filler tepişiyor”, Maidan’da irili ufaklı faşist gruplar var. Ama Maidan’da “halk” da var. Bu halk 1991’den önce, yozlaşmış bir siyasi liderliğin elinde kötü yönetilen bir ülkede yaşıyordu. 1991’den sonra bu yönetici kesimin bir kısmı karşılarına kamu mallarını mülk edinerek zenginleşen “Mafioza - oligarklar”, bir kısmı da “Mafioza-politikacılar” olarak çıktı; 1991 sonrasında Ukrayna halkı “kızgın tavadan dışarı atlarken, ateşin içine düşmenin” düş kırıklığını yaşadı.Bu halkın tepkisini yargılamadan önce şu üç soruyu cevaplamaya çalışmak gerekiyor.

Yazının devamını okumak için tık"layınız 

Wednesday, February 19, 2014

‘Rejimin Adı Ne?’

Önceleri demokratikleşmekte olduğumuzu düşünen kimi yazarlar şu sırada “Rejimin adı ne” diye soruyorlar. Belli ki “demokratikleşme” söylemi artık bitti, şimdi ne diyeceklerini pek bilemiyorlar.

Bu sanıldığı gibi akademik bir soru da değil; yaşadığımız toplumun yapısı üzerine sorulabilecek en politik sorudur. Çünkü bu sorunun cevabı doğrudan siyasi iktidara, adalete ilişkindir. Dahası bu, salt gözlemlere dayanılarak, hele olmayana ergi metoduyla cevaplandırılabilecek bir soru da değildir...

İktidara, adalete ilişkin en politik soru deyince de Aristotales’i anımsayarak başlamanın yararlı olabileceğini düşünüyorum

 Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Wednesday, February 12, 2014

Türkiye Sosyalist Solu Üzerine...

Türkiye sosyalist solunun tarihinin, içerdiği farklı geleneklerin, 12 Eylül öncesi ve sonrası deneyiminin üzerine “düşünmek” bir yana dursun, bu hareketin parçası bile olmayan, tarihsel hedeflerini paylaşmayan yazarların kanaatleri, “öyle yapsın böyle yapsın” önerileri artık kabak tadı verdi. 

Aslında, ürettikleri “söylem pratikleri” bağlamında bakıldığında, bu yazarların esasişlevinin sosyalist sola akıl verme postunun altına, sosyalist sola ilişkin olumsuz önyargıları güçlendirmek, düzenin tüm siyasi akımlarının çürüdüğü bir ortamda, okuyucularının gözlerinde sosyalizmin bir seçenek haline gelmesini önlemekurdunu gizlemek olduğu bile söylenebilir.

Bu pratiğin son örneklerinden biri kendince durumu şöyle özetliyor: “Kürt siyasihareketi kendini yoktan var etti ve bugün sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda da Ortadoğu’nun en önde gelen aktörlerinden biri haline geldi. 1970’li yılların önde gelen siyasi güçlerinden olan Türk sosyalist solu ise zamanla yok olmaya yüz tuttu.” 
(…) 

Yazının devamını okumak için "tık"layınız

Monday, February 10, 2014

Çok “kritik” bir genel seçimler



[27 Nisan 2911- Bu yazı yazıldığında bloga koyamamıştım çünkü Internet erişimi yine engelleniyordu. Yine seçimlere giderken belki yararlı olur diye şimdi koyuyorum]


Türkiye’de, tipik bir kapitalist demokrasinin (“iyi devletin”) tanımlayıcı özelliklerinden farklı olmak anlamında “olağan üstü” bir devlet biçiminin şekillenmekte olduğunu artık liberal demokrat / sol kesimler de görmeye başladılar.
Bu “olağan üstü” biçime zemin hazırlayan süreçleri, dayanılmaz bir yüzeysellikle, demokratikleşme adına destekleyenlerin, savunanların şimdi “askeri vesayetten kurtulmak isterken sivil vesayet altına girmeye” ilişkin yakınmalarını ibretle izliyoruz. Dahası “cemaat” kavramı altında tartışılanlar, bu kesimlerin, bir siyasi partinin çok ötesinde bir siyasi-kültürel hareket olgusuyla karşı karşıya olduklarını kavramaya başladıklarını da gösteriyor.
Bu “olağan üstü” devlet biçimini inşa etmekte olan siyasi hareket, önümüzdeki seçimlerden sonra süreci hızlandırma, başkanlık sistemine geçmek gibi yeni kurumsal adımlarla projesini tamamlama şansına sahip olacaktır.
Burada, bu “olağan üstü” biçimi kurmakta olan siyasi hareketin hegemonya inşa süreçlerine yakın zaman kadar yardımcı olan yararlı salaklarla, farkında hainler (kendi ilkelerine aykırı davranmak anlamında) arasında bir ayrım yapmak durumunda değiliz. Tiksintimizi ifade edip devam edelim.

“Olağan” kapitalist devlet

Kapitalist devletin “olağan üstü” bir biçiminden söz ettiğimize göre, “olağan” kapitalist devletin kimi tipik özeliklerinden üçünü kısaca anımsamakta yarar olabilir. Ama, önce kapitalist devletin (biçimi ne olursa olsun) varlık nedeninin kapitalist üretim tarzının istikrarını sağlamak, temel ilişkilerini korumak, bu anlamda bir devrimi önlemek olduğunun vurgulayalım.
(1) Devlet, “sivil toplum” içinde doğrudan değil,  varlığını doğallaştıran, ekonomi siyaset ayrımı görüntüsünü koruyan düşünce, algı ve varsayımları üreten, cami/kilise ve diğer dini örgütlenmeler, eğitim kurumları, aile, medya, kapitalist sınıf örgütleri, hatta spor kulüpleri ve “sarı” sendikalar yoluyla var olur. Devletin bu varlığı ne kadar “zayıf”, “dolaylı” bu aygıtların “bağımsızlığı” ne kadar güçlüyse, kapitalist devlet de “iyi devlet” kategorisine o kadar yakınlaşır.
(2) Devletin ordu ve polis gibi şiddet aygıtları, personelleri ve uygulamalarıyla, egemen sınıfları temsil eden siyasi örgütlenmelerden, devleti yöneten siyasilerden ne kadar uzak, bağımsız, yasalara ve yasal süreçlere saygılı bir görüntüsü sunabiliyorlarsa, devlet “sınıflar üstü” fantezisini, bütünü asla kavranamayan bir yüce varlık (sublime object) olma durumunu o kadar koruyabilir. Böylece kapitalist devlet bir “iyi devlet” olarak şiddeti açık biçimde (yasalara aldırmadan) uygulamaktan kaçınabilir.
(3) “İyi kapitalist devlet”, vatandaşlarının devletin etki ve erişim alanı dışında bir özel yaşamı, yaşam alanı olduğuna ilişkin varsayımı kabul eder, yasalarla korur; buna burnunu sokmadığına ilişkin görüntüyü de...

Seçimden sonra...

Kapitalist devlet, bu üç koşulu ihlal eden bir “dönüşüm”, “değişim” sürecine girmişse, artık “iyi devletten” değil, bu koşullardan uzaklaşmanın derinliğine ve yaygınlığına bağlı olarak çeşitli otoriter veya totaliter biçimlerden söz etmeye başlayabiliriz.
AKP hükümetinin, özellikle, “Cumhuriyet Mitingleri”  korkusunun, buna karşılık uluslararası desteğin getirdiği cesaretin diyalektiği ile başlayan ikinci döneminde, devletin, yukardaki üç koşuldan, uzaklaşma sürecinin yeniden hızlanmasına, devletin biçiminde niteliksel bir değişim yaratmaya başlamasına şahit olduk.
AKP hükümeti ve onu destekleyen, taşıyan siyasi akımlar, önümüzdeki genel seçimlere, “Cumhuriyet Mitingleri”ne kıyasla, çok daha yaygın, çok daha “halk” içerikli, çok daha somut, toplumsal yaşamın çok çeşitli alanlarında patlak vermiş bir “hak mücadeleleri” dalgasının basıncı, korkusu altında giriyorlar.  AKP bu dalganın karşısına getirdiği sorunları yönetemiyor, bildik “egemen ama muhalif” söylemini sürdüremiyor. Dahası, AKP’nın uluslararası desteği bu kez, 2007 seçimlerindeki kadar güçlü değildir. Bu kez AKP’nin karşısından yenilenmiş bir muhalefet partisi var.  AKP, “egemen ama  muhalif” söylemine olanak veren, “Kürt sorununu çözme iddiasını”, “devletle savaşan parti” görüntüsünü, “yararlı salakların” ve “farkında hainlerin” en azından bir kısmının desteğini, yardımını kaybetmiş olarak giriyor. Devletin şiddet aygıtlarının eylemlerinin düzeyi de yasaları aşan bir “açıklık” kazanmaya başlamış gibidir.
AKP ve “hareket” bu seçimleri kazandıkları taktirde, toplumsal muhalefetin daha da yükselerek, bir ekonomik krizle de çakışarak “rejimini” tehdit edecek düzeye ulaşmasını önlemek için çok daha kararlı hızlı ve uzlaşmaz davranacaktır. Bu siyasetçilerin bireysel niyetlerinden bağımsızdır; ekonomik ve siyasi iktidarların yapısal özellikleri gereği böyle olacaktır...

Wednesday, February 05, 2014

Münih’te İki Proje

Her yıl, Davos zirvesinden yaklaşık bir ay sonra, Münih Güvenlik Konferansı (MGK) toplanır. Bu yıl, 50. yılına giren MGK’de Batı ülkelerinin, savunma, dışişleri bakanlarından, uzmanlarından, savunma şirketlerinin, bankaların, düşünce kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan yaklaşık 400 kişilik bir topluluk, Batı merkezli dünyanın yönetişim sorunlarını ve geleceğini tartıştı.

ABD, ilk kez bu yıl hem savunma, hem dışişleri bakanlarıyla katıldı. Alman Devlet Başkanı Gauck’ın, yeni Savunma Bakanı Leyen’ın, Alman devletinde, yeni bir savunma doktrininin şekillenmekte olduğunu düşündüren konuşmaları, bu yıl MGK’nin önemini daha da artırdı. 


ABD’li, Alman konuşmacıların sunumlarında yaptıkları vurgular, gelecek yıllarda birbiriyle yakından ilgili iki konuya özellikle dikkat etmemiz gerektiğini gösteriyor. Birincisi, karşımızda iki farklı proje var. Bunlar birbirlerini destekleme olasılığı kadar, çelişme hatta çatışma olasılıklarını da barındırıyorlar. İkinci konu da Çin’in yükselmeye devam ederken Japonya ile arasındaki gerginliklerin gündeme getirmeye başladığı bir savaş olasılığı ve Batı’nın bu süreci öngörerek gereken önleyici adımları atıp atamayacağı ile ilgili.


Yazının devamını okumak için "tık"layınız