Wednesday, May 11, 2011

Şimdi Şaşırmanın Dayanılmaz Hafifliği

AKP’nin, Başbakan’ın seçim kampanyası ivme kazandıkça liberal entelijansiyanın şaşkınlığı artıyor. Biliyorum biraz sert kaçacak ama, AKP’nin birinci dönemi biterken geliştirdiğim “liberal entelijansiyanın yavaş intiharı”temasına sadık kalarak bu şaşkınlığı, boynuna ipi kendi elleriyle geçirdikten sonra, iskemleyi tekmeleyen birinin son andaki şaşkınlığına benzetiyorum.

Halbuki Başbakan, “Ben değişmedim”, “İslamın ılımlısı olmaz” diyerek en az iki kez uyarmıştı. Ama onlar olaylara düşünceyle (teoriyle) değil kanaatlerle yaklaşmaya alıştıklarından ya kendi istediklerini duymaya devam ettiler; ya da Başbakan’ın dayandığı kültürü ve tarihi küçümseyerek, “biz bu Kasımpaşalıyı nasıl olsa yönlendiririz” (hadi küstahlığı demeyeyim) aymazlığıyla bir demokratikleşme fantezisi üreterek peşine takıldılar.

Bu fantezi, II. dönemde, Ergenekon davası, telefon dinlemenin olağanlaşması, kaset skandalları, referandum ve“ileri demokrasi” aşaması, basılmamış kitapların yazarlarının hapse atılması, “Şifre var, kopya yok” absürdlüğü, Kürt açılımının yerini “Kürt sorunu yok”un alması gibi gelişmelerle “gerçekleşmeye” başlayınca... “Ama biz askeri vesayetten kurtulmak için yola çıkmıştık sivil vesayet altına girmek için değil!” şaşkınlığı başladı. Fantezi işte böyle bir şeydir, sonu her zaman hüsranla biter.

Esas soru başka yerde
Liberal entelijansiya, “katı laiklik” terk edilince siyaset söyleminde dini temaların öne çıkmaya başlamasına ve“Kürt sorunu”nun “kefen sorununa” dönüşmeye başlamasına şaşırmış.

Başbakan “inanç kozunu giderek seçim kampanyasının vazgeçilmez konusu yapıyor”muş. “Muhalefet partisi, siyasal tartışmanın giderek daha fazla din tartışmasına çevrilmesine karşı çıkmalı”ymış. “Laiklik konusunda katı tavırdan vazgeçmek” bir şeymiş “siyasal tartışmanın ‘dinselleşmesi’ne teslim olmak başka bir şey”miş (Adeta,“azıcık hamile olmak bir şey”miş, “çocuk doğurmak başka bir şey”miş gibi...). “Herkes dindar olmak zorunda değilmiş”. “Dün fikir özgürlüğünü savunan İslamcı yazarlar, artık ‘bu ülkede yaşayan din ve kültür konusunda haddini bilecek’ imalı yorumlar yapmaya” başlamışlar.

Başbakan da “Ana muhalefet partisi başkanını yaradana saygısızlık etmekle suçluyormuş” (Bu suçun cezası neydi?). Dahası “toplumsal barış seçim yarışına kurban gitmiş”. Başbakan “Biz bu yola kefen giyip çıktık” demiş.

Bu şaşkınlık bütünüyle yersiz. Süreç kendi mecrasında, sebep-sonuç ilişkisi içinde, yani siyasal İslamın“hakikat rejiminin”, “ileri demokrasi” doğurması gibi bir “mucizeye” yol açmadan akıyor. Esas soru burada değil, başka bir yerde: Başbakan neden seçim kampanyasında bu söylemleri şimdi öne çıkarıyor?

İki hegemonya...
Başbakan’ın işi başından beri zordu; bir taraftan siyasal İslamın dönüşüm projesini topluma kabul ettirecek hegemonya ilişkisi kurması ve sürdürmesi, diğer taraftan, Türkiye’de siyasal İslamı oluşturan akımları, sınıf ve tabakaları bir arada tutacak hegemonya söylemini kurması ve koruması gerekiyordu. Dahası bu iki farklı hegemonya süreci arasında da bir modis operandi kurulması gerekiyordu. Bu, liberal, “dönüşümcü” bir söylemi koruyan, inananlar-inanmayanlar ayrımını öne çıkartmayan bir söylemdi. Böylece siyasal İslamın en katı çekirdeğinin talepleriyle, liberal entelijansiyanın fantezilerini birbirine yapıştırmak söz konusu olabiliyordu.

Peki, Başbakan neden şimdi, seçim kampanyasında, öncelikle ve esas olarak bu “en katı çekirdeğe” yönelik bir söylemi öne çıkartmaya başladı? Bu seçmen zaten “çantada keklik” değil mi?
Bence burada iki olasılık düşünülebilir. Birincisi: Bu “çekirdek” şimdi yeni ve daha radikal bir akımın çekim alanına girmeye başladı. Başbakan bu kesimi yeniden konsolide etmeye çalışıyor. İkincisi, Başbakan, projesini seçimlerden sonra, zayıflamış bir hegemonya ortamı koşullarında sürdürmek zorunda kalacağını biliyor. Bu koşullarda, yargı ve polis üzerindeki denetimin yanı sıra, kararlı ve sadık bir toplumsal desteğe dayanması gerekeceğini düşünerek, öncelikle bu kesimi kemikleştirmeyi, keskinleştirmeyi hedefliyor. Diğer kesimler için de medyaya, liberal entelijansiyanın katkılarına güvenme riskini alıyor. Esas soru işte burada: Bu açıklamalardan, gerçekliğe en yakın olanı hangisi?

Seçimlere, özellikle CHP’nin solundan, girmeyi seçenlerin de, seçimlerden sonra “şaşırmamak” için bu olasılıkların üzerinde düşünmeye şimdiden başlamaları gerekiyor.

Saturday, May 07, 2011

AH! Kate & William

Osama’yı öldürdük dediler. Bir anda gündem değişti. Ama benim aklım hala düğünde. Ne düğündü ama. Gözlerimiz hem kamaştı hem yaşardı. Gerçek aşk işte. Halktan bir kız (Babasının serveti mi? Size ne canım.) Prensle, evlendi. Tüm dünyada 1,5 milyar insan televizyonlarından bu düğünü izledi

Böyle masallara layık aşk varken...
Böyle masallara layık bir aşk varken, ekonomik krizin sözümü olur. Gelin güzeller güzeli, damat... Ne diyelim kendine has bir havası var... En azından, kurbağa değil. Yani çok yakışmışlar. Huyları da benziyor. İkisi de çalışmayı sevmiyor. Çift  böyle uyumlu olunca helal olsun. Yüzük 32 milyon sterlin. Gelinlik 450,000 dolar. Çiçekler 800,000 dolar. Güvenlik 33 milyon dolar. Toplam düğün masrafı yaklaşık 80 milyon dolar.

Olsun. Damadın ailesi zengin. Anneannesi bir milyar sterlin değerinde bir sarayda yaşıyor; ayrıca 12 şatosu daha var. Yılda da İngiltere halkının vergilerinden 180 milyon sterlin haraç alıyor (pardon bütçesi var diyecektim ağzımdan kaçtı). Ama günde  450,000 sterlin harcayarak ekonomiye katkıda bulunuyor.

Bu ailenin en büyük hizmetiyse, derin kriz zamanlarında, tam gerekli olduğu anda bir “kitlesel dikkat dağıtma düğünü” (Laurie Penny, The NewStatesmen) üretmeyi başarmaları.

Yıl 1947. İngiltere savaştan yeni çıkmış ama hazine tamtakır. Hükümet toplumsal harcamalarda kesinti yapmaya hazırlanıyor, “kemer sıkma çağı”ndan söz ediliyor. Pat! Elizabeth ve Phillip evleniyorlar. Tüm İngiltere, dertlerini unutup ulusal birliğin tadını çıkarıyor. Sokaklarda masalar kuruluyor son kuruşlar harcanıyor. Düğün büyük bir hazla kutlanıyor.

Yıl 1981. Thatcher resesyonu üç yıldır İngiltere’yi kasıp kavuruyor. Kesintiler, özelleştirmeler, neo-liberal yıkım  tam gaz, işsizlerin sayısı 3 milyonu geçiyor. Londra Brixton’da, Birmingham’da, Liverpool’da isyanlar var. Siyah gençlik, işsiz beyaz gençler polisle çatışıyor. Dükkanlar arabalar yanıyor.  Pat! Charles ve Diana (bakireymiş, babası sarhoşmuş, sıradan halktanmış, dedikoduları arasında) evleniyorlar. Charles aslına Camilla’yı seviyormuş o zaman falan filan. Tüm İngiltere, dertlerini unutup ulusal birliğin tadını çıkarıyor. Sokaklarda, 1947’deki kadar olmasa da yine masalar kuruluyor son kuruşlar harcanıyor. Düğün büyük bir hazla kutlanıyor.

Yıl 2011. Derin bir ekonomik kriz. Ekonomi daralmaya devam ediyor. İş arayan işsizlerin sayısı Kasımdan bu yana 49,000 kişi artarak Nisan ayında n 2.5 milyona ulaştı. Ama Muhafazakar-Liberal koalisyon kesintilerde ısrarlı. 1970’lerin başından bu yana ilk kez yaygın öğrenci olayları var. Sendikalar da sokaklara çıkıyor, hem de 30 yıldır görülmeyen kalabalıklarla. Pat! Kate ve William. Yine bir “kitlesel dikkat dağıtma düğünü” (Derleyen: WSWS, 29 Nisan 2011).

Ama sanki bu kez biraz farklı
Bu kez, İngiltere halkının dikkati pek dağılmıyor galiba. ICM kamu oyu araştırma kurumunun , Cumhuriyetçi kampanya grubu için Mart ayında yaptığı bir anket, halkın yüzde 79’unun düğünle ilgilenmediğini gösteriyordu. Tüm medya şamatasına karşın, ICM’in bu kez Kraliçenin sadık muhalefeti The Guardian gazetesi için Nisan ayında yaptığı bir anket toplumun hala yüzde 47’sinin düğünle ilgilenmediğini gösteriyordu. Sokaklarda kutlama yapmak için belediyeye yapılan başvurular da bu düğünde çok düşük kalmış. Tüm İngiltere’den, çoğu güney İngiltere’nin kralcı bölgelerinden olmak üzere yalnızca 500 başvuru olmuş. Kuzeye doğru, bir çok büyük kentten hiç başvuru gelmemiş.

Geçtiğimiz aylarda sokakları dolduran öğrencilerin ise düğünü hiç ama hiç iplemediği, ama tatilin keyfini çıkartmaya kararlı oluğu kesindi.

Öğrenciler düğünle ilgilenmemeye kararlıydılar ama, anlaşılan Polis, düğünü bahane edip onlarla biraz ilgilenmeye kararlıydı. Kate ve William evlenmeye hazırlanırken, polis İngiltere çapında bir operasyonla öğrenci evlerine, işsiz gençlerin birlikte kaldıkları işgal edilmiş binalara  baskınlar düzenliyor, “Kesintilere Karşı Eylem” kampanyasıyla ilgisi olduğunu düşündüğü öğrencileri, gençleri ya göz altına alıyor, ya da korkutmaya çalışıyordu.

Polis evleri bastığında gençleri taciz ediyor, bunun yaparken “yok canım düğünle ne alakası var biz hep bunun yaparız, geçen seneki olaylarla ilgili” diyerek alay ediyor, böylece “canımız ne zaman isterse geliriz, size huzur yok” demek istiyordu... Böylece, düğün vesilesiyle kurulan “insanat bahçesinin” güvenliği de sağlanmış oluyordu.